1/4

Warcraft 3: Reign of Chaos

Melih Özkan 3.06.2010 - 12:31
Bundan uzunca bir süre önce yabancy bir bilgisayar dergisini gözümdeki güne? gözlü?üne ra?men dikkatle ve keyifle okuyordum.
Bundan uzunca bir süre önce (1999 yazı) yazlığımızın balkonunda oturmuş buzların içinde tiz melodiler çıkardığı ve flört ettiği meyve suyumu yudumlarken, hasırımın üstünde yabancı bir bilgisayar dergisinin İstanbul’ dan bir arkadaşım vasıtasıyla postayla gelen sayısını, gözümdeki güneş gözlüğüne rağmen dikkatle ve keyifle okuyordum. Radyodan çalan müziğin de verdiği dayanılmaz rehavetle birlikte yaşamın bu kadar güzel olabilmesinin mümkün olup olmadığını kendi kendime soruyordum. Şu an için yaşamdan tek beklentim huzurumu ebedi kılması idi. Kafamı kurcalayacak hiçbir sorun ve beklentim yoktu. Bazen beklentiler ızdırap verebilir ve bu da benim istediğim en son şeydi. Ben tembellik yapmak için doğduğumu kanıtlarcasına miskin bir şekilde yatarken, simsiyah tüyleri güneşin tatlı sıcağında parlayan ve dinlenmek için balkonun demirlerine konmuş bir kuzgun ilişti gözüme. Bir süre onu izledim. Büyüleyiciydi. Sanki diğer kuzgunlardan daha farklıydı görüntüsü. Bu garip kuş da belirsiz bir asalet vardı. Ya da güneşi arkasına alıp bana bir oyun oynuyordu. Siyah tüylerinin arasından su damlacıkları süzülüyordu. Tüyleri kurumaya başladıkça kabarıyordu. Varlığı bana huzur verse de kendisi benim kadar huzurlu değildi. Gözlerini bana dikmiş ve sanki onu burada rahatsız eden bir şey varmış gibi tedirgin bir şekilde kanatlarını ve bedenini geriyordu. Keyifli yaşamımı onunla paylaşırsam belki rahatlar diye düşündüm, ve ona sordum. ‘’Bu kadar kusursuz olabilir mi?’’ Kuzgunun gözlerinin içinde acıma duygusu taşıyan bakışlar buldum. Bakışlarıyla birlikte tedirginlik bende de baş göstermişti. ‘’Bu saadetin, bu mutluluğun bozulacağından çok korkuyorum’’ dedim bir Türk filmi repliğine benzer şekilde. Fakat bir cevap değildi bu bakışlar. Tekrar baktım kuzgunun gözlerinin içine. Aslında çoktan cevap vermişti bana. Yavaş yavaş bakışları beynimde kelimelere dönüştü. ‘’ Lanet, elinde tuttuğun derginin sayfaları arasında gizli. Şimdi onu bırakırsan bir süre daha bu rahatlığının keyfini yaşarsın. Fakat unutma, er yada geç öğreneceksin ve beklentin bir kabusa dönüşecek. Çünkü onlar bunu hep yapıyor.’’ Ben arkasından şaşkın ve korku dolu bakışlarla uçup gitmesini izlerken o gözden kayboldu.

Aradan geçen günlerle birlikte korkum her an biraz daha artıyordu. O dergi ve kuzgun birer haberciydi. Bundan artık emindim. İkisi de efendilerinin yanında basit habercilerdi, biri yaşamımı cehenneme çevirmek için gönderilmişti, diğeri ise beni kaçınılmaz sondan biraz daha uzak tutmak için. Fakat bana yasaklanan ve içinde laneti barındıran şey beni içine çekiyordu. Sanki tanıdık bir madde gibi. Vücudumda daha önce kullandığım ve etkilerinden kurtulmak için çok uğraş verdiğim bağımlılık yapıcı bir madde gibi. Bana kullandığım zamanlar büyük keyif veren eski bir dost.

İki gün dayanmıştım. Bu şartlar göz önüne alınırsa uzunca bir süreydi. Bu süre içinde gördüğüm kabuslar uykusuz kalmamın baş nedenleriydi. Uyku paranoyamın artmasına neden oluyordu. Her şeyden korkar olmuştum. Kendi gölgemden bile. Karşı koymak anlamsızdı. Önümden geçen, bronz ve pürüzsüz tenlerini, etkileyici vücutlarını cüretkar bikinilerle gözler önüne seren genç bayanları gördüğümde umursamadım bile. Aklımda yasaklanan şeyden başka düşünce yoktu. O zaman bunun cinsel dürtülerin bile üstünde olan bir etki olduğunu anladım. Benim irademin üstünde bir etki. Çünkü inanın bana dostlarım kızlar en azından birkaç dakika izlenmeyi hak ediyorlardı. Buraya kadardı. Öğrenmem gerekliydi. Terler içinde derginin sayfalarını karıştırmaya başladım. Benim için yasak olanın ne olduğunu bilmediğim halde ilk görüşte onu tanıyacağımı biliyordum. Arayışım fazla uzun sürmedi çünkü aslında ben onu değil, o beni bulmuştu.

Kaygan ve koyu mavi renklerle yazılmış olan o yazıyı gördüm önce. BLIZZARD! Altındaysa iki adet screenshotla birlikte kısa bir haber ve Warcraft 3 yazısı vardı.

İşte o zaman neler döndüğünü daha iyi anlamıştım. İblisin beni nasıl kolayca ağına düşürdüğünü ve bundan sonra yapacaklarını artık biliyordum. Durduğum yer de hıçkırıklar içinde ağlıyordum. Fakat umduğumun aksine gözyaşlarını korkumdan ya da üzüntümden dolayı akıtmıyordum. Ondan vazgeçemeyeceğimi her ikimizde biliyorduk. Karşı koymanın bir anlamı yoktu. Karşı koymak yalnızca kaçınılmazı geciktirecekti. Bende onun ne kadar güvenli olduğunun tartışılacağı kollarına bıraktım kendimi.