1/3

Doom 3

Oğuz Kayhan Torpil 20.07.2010 - 15:34
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...
Platformlar PC
Doom 3
Merlin Puanı 97
1 Kişi Oyladı
Okur Ortalaması%75
Artılar Bir oyunda görebileceğiniz en iyi grafikler, Muhteşem atmosfer, Kaliteli ses efektleri, Doom ismi, daha ne olabilir ki?
Eksiler İntihara (ya da iflasa) sürükleyebilecek sistem gereksinimleri, EAX Advanced HD desteği yok

Temps... Le Commencement

Sene: 1993, yer ve zaman: Ankara, Küçükesat, Ferhat Bilgisayar. Muazzam bir kalabalık. İçeri giriyorum, içerdeki 3 monitörde de şimdiye kadar hayatımda gördüğüm en mükemmel oyun oynuyor. Yaratıklar saldırıyor, pompalı tüfek patlıyor, kan kıyamet, oh mon dieu. Ağzım sulanmış bir şekilde dakikalarca kalakalıyorum. “Eh, pardon bu oyunun ismi nedir?” “Doom” diyorlar. “Doom... hmm bunu unutmamam lazım. Peki bu Amigada da çalışır mı?” “Çalışmaz.” “E peki IBM?” “En az 386 istiyor, hem sonra 5.25lik versiyonu yok ve Hercules’te de çalışmaz” İşte o an dünyalar başıma yıkılıyor. Hayatımda ilk defa sistem gereksinimlerinin azizliğine uğruyorum. “Peki neden?” diye soruyorum. “Vallahi bu bir Anadol’a Ferrari motoru takmaya benzer” diyorlar. “Peki Amiga’da buna benzer bir oyun var mı?” “Yok, varsa da ben bilmiyorum”. Hayal kırıklığı içinde oradan ayrılıyorum.

Bu olayın üstünden 1 hafta geçiyor. Bahçelievler’de dolaşırken tanıdık bir bilgisayar mağazasına giriyorum. İçerde yine bir kuyruk. “Hayrola, ne var?” diyorum. “Sorma Kayhan, Death Mask diye Doom’a benzeyen bir Amiga oyunu çıktı” “Yapma yahu? Kaç disket?” “Dört” “Peki çek bakalım” “DD mi HD mi olsun?” “Hangisi ucuzsa ondan ver” “Peki”. Eve gidip hevesle kickstart ekranının gelmesini bekliyorum. Disketi takıyorum ve Doom’a benzeyen fakat tırnağı olamayan bir oyun çıkıyor karşıma. Ve bir sene böyle geçiyor. Bu sırada dünya değişiyor, Doom2 çıkıyor. Artık sabredecek gücüm kalmıyor ve gidip 1400USD’ye bir 486 alıyorum. İşte bundan sonra konsol, yani oyun makinesi sayfası, benim için bir daha hiç açmamak üzere kapanıyor. Geceler boyunca 14’ analog monitörün karşısında gözlerim kanlanana kadar Doom oynuyorum. Sonuçta sağ gözüm 0.5, sol gözüm 1.0 numara astigmat oluyor fakat buna kesinlikle değecek bir deneyim yaşadım diyebilirim. Aradan geçen 11 sene pek çok şeyi değiştirdi. Artık bırakın PC’yi, cep telefonlarımızda bile Doom oynayabiliyoruz. İd Software’in yarattığı türden piyasada zilyon tane oyun var. İnternet sayesinde dünya çok daha küçük ve tüm dünyada Doom 3 ile ilgili hiç bir şey duymayan oyunsever sayısı bir elin parmaklarını geçmez sanırım. Doom 3’ün çıkışı, kuşkusuz son yılların en önemli hadiselerinden biri ve bu yüzden bu oyun kesinlikle “mükemmel” olmak zorunda. Öyle de...

Jusqu'ici... Si Bon... Ainsi Ce qui...

Oyun 3 CD’den oluşuyor. Hiç bitmeyecekmiş gibi duran install’dan sonra karşımıza Return to Castle Wolfenstein’dan alıştığımız kalitede bayağı uzun bir demo çıkıyor. Hikaye, sanıldığı gibi Doom 2’nin kaldığı yerden devam etmiyor. Onun yerine orijinal Doom’un yeniden elden geçirilmiş hikayesi hakim konuya. Kısaca, 2145 yılında Mars’ın iki uydusundan biri olan Phobos’ta işlerin kötüye gitmesi ve tek başınıza cehennemden gelen yaratıkları avlayarak eve dönmeye çalışmanız olarak özetlenebilir. Film endüstrisinde de onlarca bilimkurgu-korku türünden hikayelerin örnekleri var. Bunlara en iyi örnek yüzyılın muhteşem serisi Alien’dır kuşkusuz. Peki Doom 3 beni korkuttu mu? Pek değil. Tabi ki karanlık ortamlar, inanılmaz ses efektleri ve müzikler var ortamı kurmak için. Fakat genelde korktuklarımız klişeleşmiş “RÖHH!” tarzı aniden karşınıza çıkan yaratıklar şeklinde. Eğer bir oyundan beklediğiniz yeni iç çamaşırları aldırtacak sansasyonel duygular ise tercihinizi Silent Hill 4’ten yana kullanmanızı tavsiye ederim. Bu demek değil ki, atmosfer kötü. Tam aksine şimdiye kadar beni en fazla etkileyen atmosferlerden biri mevcut oyunda. Işıkları kapatıp oynamanız tavsiye edilir. Orijinal Doom’un aksine, biraz lineer sayılabilecek senaryolu anlatım mevcut. Yani sırf önünüze geleni öldürmek ten (ki bunu 2. sini sabırla beklediğimiz Painkiller en iyi şekilde yansıtıyor) çok daha fazlasını yapabiliyorsunuz. Quake 2’deki militarist hava hakim oynanışa. Size gelen görevleri PDA’nız yardımıyla inceliyorsunuz. Genellikle bir yerden bir yere gidip, bir şeyi çalıştırmak tarzındaki görevleri tamamlamak için çoğu zaman deliler gibi önünüze geleni vurmak yetiyor. İlk oyunlardan tanıdığımız yumruklar, shotgun, BFG, Plasma Gun, Chainsaw gibi silahların yanında yine ilk oyunlardan tanıdığımız Revenant, Pinky Demon, Imp, Arch Vile, Mancubus gibi yaratıklar da yeni yüzleriyle karşımıza çıkıyorlar. Bölüm sayısını oyunu henüz bitirmediğim için bilemeyeceğim fakat uzun zamandır oynadığımı ve sadece 2 yeni silah bulabildiğimi göz önüne alırsak bizi eğlence dolu uzun saatlerin beklediği aşikar. Her ne kadar single player oyunun en fazla önem verilen oynanış biçimi olsa da, Quake 3 gibi bir oyunun yaratıcılarından kötü bir multiplayer beklemek imkansız olur. Klasik deathmatch’ten en enteresan modlara kadar son derece zevkli olan multiplayer, Quake 4’ün neye benzeyeceği hakkında ipuçları veriyor.