1/5

ECTS 2002 Fuarı

Gülfem İybar 3.06.2010 - 12:31
İşte sözünü verdiğimiz ECTS 2002 fuarının detaylı incelemesi.

İŞİ GÜCÜ OYUN OLANLARA ÖZEL BİR FUAR 

Avrupa’nın en büyüğü oldugu iddia edilen oyun fuarı ECTS’deydik. Bu denli büyük bir slogonla yola çıkan bu popüler oluşuma katılmak, takdir edersiniz ki, pek kolay olmadı. Her şeyden önce lokasyon sıkıntısı olduğunu belirtmeliyim. Ne de olsa fuar Londra’da, köşe başı veya Tepebası’nda olmadığı malum. Ülkemizdeki fuarlarla karşılaştırılmayacak giriş fiyatlarından sonra içeri attığımız ilk adımda bizi şaşırtan, çoğünlüğu 10-16 yaş grubundan oluşan kullanıcılardı. (bu “kullanıcı” lafı her fikre açık aslında. Bilgisayar’ın yanısıra uyuşturucu, alkol ve bilimum saglığa zararlı madde bu kullanıcıların kullandıkları şeyler arasında gibi geldi bana, bilmiyorum) 

İÇERİ ADIM ATARKEN 

Kimseye çamur atmak ya da daha verimli bir fuar tanıtımı yapamayacak olmama bir alt yapı oluşturmak değil amacım. Gerçekten de başında, bağlı oldugu gang’i(çete) simgeleyen bandanaları, bosbol pantolon ve her iklim koşulunda kapşonu kafalarında olan sweatshirtlu teenagerların sayısı bir hayli yüksekti. Diğer katılımcıların arasında bol miktarda programcı, grafiker ustalar ve her fuarda karşımıza çıkan vazgeçilmez bayii’ler vardı. Tabii bir de bizim dahil olduğumuz Pires Bey grubu.

DIŞARDAN BİR BAKSAK DAHA İYİ 

Fuar merkezini tanıtmaya dış cepheden başlamak istiyorum. Fuarın duzenlendiği Earl’s Court isyasyonunda tramvaydan iner inmez kulağınıza bir uğultu gelmeye başlıyor. “Ne oluyor acaba?” Diyene kadar istasyondan dışarı çıkan ve devasa boyutlarda olan bir kaykay mekanizmasıyla karşılaşıyorsunuz. Hani şu kaykaylı gençlerin havada uçarak şov yapmasını sağlayan yarım yuvarlak şeklindeki platformlar. Ve tabii bangır bangır bir hip hop müzik ve ellerinde biralarıyla kapşonlu gençler. Herkes çılgıncasına eğleniyor. Bir gürültü, bir kıyamet, bir alabildiğine kaos, değil istasyondan çıkmak, metroya kadar uzanan kalabalıktan dolayı trenden inmek bile mümkün değil. “Gün, bugündür!” deyip kalabaliğa dalıyoruz. Basın girişini bulup kimliğimizi açıklamaya başlıyoruz. “Ağbi biz Turkiye’nin en birinci online oyun dergisi Merlin’in…”

AÇIL SUSAM AÇIL!

“Basın kartınız, business kartınız ve yayımcınızdan imzali bir mektup” diyor adam başka bir şey demiyor. “Merlin’in” diyor, “Kazanı“ diyemiyoruz bir türlü. Gece kulüplerinin kapısında durup damsızı damlıdan ayıran yarma beyefendilerden birini koymuşlar basını gerçek ve sahte diye ayırsın diye. Bu bir hayli yer kaplayan zenci amca, boynundaki elim kadar madalyonu savurarak sırtını dönüyor bize. Neyse, Türk usulü yalvarıp yakarıp bir sürü laf anlatmaya çalışıyoruz ama nafile. Sonra birden Cosmopolitan’ta calışırken sevgili arkadaşım Serpil’le kendi başımıza yaptığımız ve üzerinde büyük harflerle BASIN/PRESS yazılı kart aklıma geliyor. Ciddiyeti artsın diye Mecidiyekoy’de bir otobüsten diğerine koştururken bir de ona, seyyar bir amcadan, PVC kaplatmıştım hayrına. Hemen elimi çantanın derinliklerine sokup Ingiltere’de yasadığım bir bucuk yıl boyunca dokunmadığım kartı çıkarıp bodyguard basın sorumlusuna sallıyorum. O da zaten bizden bıkmış, veriyor üzerinde ECTS PRESS yazılı kartı, takıyoruz boynumuza, bir derin nefes alip “bilinmeyene yolculuğa başlıyoruz”.  

İcerinin kalabalığı, aynı anda stantlardan yapılan anonslar, karnımızın açlığı derken üzerinde BASIN yazan oklar dikkatimizi çekiyor. Hemen takip ediyoruz bu okları ve kendimizi yine sıkı korunan basın salonunda buluyoruz. Buradan kitapçık falan alıp bir plan yapmaya koyuluyoruz. Murat bize nerelere gidin demişti? Iyi de biz ancak akıntı bizi nereye sürüklerse oraya gidebiliyorduk. Eyvah, tüm Türk oyun severlere rezil olacağız. Saat kaç oldu, biz de daha tık yok. (Yazinin gidisatindan da belli oldugu gibi. Daha ele avuca gelir bir bilgi vermedik. Ama verecegiz, hic merak etmeyin).

Bu arada biz biz dediğim, ben ve eşim. Kim bunlar ya deyip yazımıza konsantre zorluğu çekmeyin diye ilk ek bilgi size.