1/4

Ejderdoğan - Bölüm 15

Emin Çıtak 8.04.2012 - 10:30
Tahmin Edilemez
“Yukarıda neler oluyor öyle?” diye sordu Delphine.Sesi ve bedeni korkudan titriyordu.

Tepeden yukarıya, bulutlara giden bir anafor dalgası vardı. Farklı renklerin birbirleriyle dans ettiği etkileyici bir manzara. Hayli tanıdık bir manzara. Bu anafor Aodray’a hiçte yabancı bir şey değildi. Bu enerjiye son birkaç haftada birden fazla kere mahruz kalmıştı.

Anafor ejderha ruhunu barındırırdı. Tepede hiçte hoş olmayan şeyler oluyordu. Geç kalmışlardı.

“Oraya gitmek konusunda düşüncelerin hala aynı mı Delphine?
“Buna mecburuz.” dedi Delphine ilerlemeye başlayarak.

Aodray kılıcını çekti ve korkusunu gizlemeye çalışan Delpine’i patikada izledi. Anafor, belli aralıklarla rahatsız edici bir ses yayıyordu. Bazen yükselen, bazen de alçalan, kulak tırmalayan bir hışırtı. Yamaçlar kar ile örtülüydü fakat tırmandıkça bitkilerin üzerinde erimeye başlayan kar kütleleri vardı. Sıcaklık attıkları her adımda biraz daha artıyordu.

Ağaçlar seyreldikçe tepeye, yolun sonuna biraz daha yaklaşıyorlardı. Aodray dizlerinin titrediğini hissediyordu. Orada her ne varsa, hayatlarında görecekleri son şey olabilirdi. Sonunda ağaçları aştıklarında ikisi de hayretle, korkuyla karşılarındaki dev kratere bakıyordu. Kraterin etrafında dönen anafor artık daha gürültülüydü. Kulakları şiddetle uğulduyordu.

Ejderdoğan - Bölüm 15
Sonra tüm sesler aniden kesildi. Ardından duydukları ses Skyrim’in kaderini elinde tutan yaratığa aitti. Onlar henüz bunun farkında değildi o kadar.

“Sahloknir! Zill grodovah ulse!”

Aodray ve Delphine çaresizce birbirlerine baktılar. Bu şey fazla büyüktü, haddinden fazla hem de. Koca ağzını açıyor ve anafora doğru ardı ardına büyüler yolluyordu. İkisinin farkında bile değildi, yani en azından şimdilik.

“Delphine.” dedi Aodray, kadına dönerek. “Bu o!”

Delphine anlamamış gibi bakıyordu. Bunun üzerine Aodray,
“Helgen’e saldıran ejderha. Bu o!” dedi.

                                                                             ***

Lydia hızlıca hücrelerin arasından geçti. Bu işi olabildiğince kısa sürede bitirmeliydi. Tanınmamalıydı. Eğer birisi bile onu tanıyacak olursa her şey mahvolurdu. Buraya Kardeşlik için gelmiş olabildi ama planlar suya düşerse Whiterun’ı bile tehlikeye atardı. Seri kanlı olmalıydı.

General Tullius’un son zamanlarda iyice paranoyaklaştığı bilgisini edinmişti. Ivarstead’e yapılan saldırı onu korkutmuştu. Stormcloak’un bu işin peşini bırakmayacağından adı gibi emindi. Eğer orada İmparatorluk saldırısına dair tek bir kanıt bile bulunursa, İmparatorluk tüm Skyrim’i karşısına alırdı.
Lydia tüm bu olanların sorumlusunun Greenale denen Elf olduğu tahmin etmişti. Yoksa neden durduk yere göz hapsine alınmış olsun ki? Köye saldıran oydu ve İmparatorluk’un olayları hasır altı etmekten başka bir çaresi yoktu.

Greenale’nin hücresinin önünde iki muhafız vardı. Hücre kapısının iki tarafında ayakta dikiliyorlardı. Onları etkisiz hale getirmek biraz zorlayıcı olacaktı. Bıçağını kılıfından çıkarttı ve küçük adımlarla muhafızlara yaklaştı.

“Hoş geldin Lydia, bende seni bekliyordum.” dedi buz gibi bir ses.

Muhafızlar Lydia’yı fark etmemişlerdi. Aslında herhangi bir şeyi fark etmeleri de pek mümkün görünmüyordu. Felç edilmişlerdi. Büyünün sorumlusu olan Elf ise hücresinde duvara yaslanmış ona bakıyordu.