1/3

Ejderdoğan - Bölüm 18

Emin Çıtak 5.05.2012 - 11:43
Düşmanların arasında
Şu ana kadar sorun yok, bu iyi. Düşman olarak bellendiği topraklara giriş yapmak her ne kadar pervasızca da olsa şu anda bunun sonuçlarını düşünecek durumda değildi. Bir görevi vardı ve karşısındaki insanlar bunu anlamak zorundaydılar. Konu Skyrim’e İmparatorluk’un ve ya Stormcloak’un hâkim olması değildi. Zaten başarısız olursa hâkim olunacak bir Skyrim kalacağını hiç sanmıyordu.

At arabası sallanarak yokuşu tırmanıyordu. Solitude’un hemen dışındaki tarım arazilerini, çiftlikleri, değirmenleri bir bir geçiyorlardı. Arabada birkaç yolcu daha olmasına rağmen insanların gözü sadece bir kişinin üzerindeydi. Stormcloak’un mavi üniformasını giymiş olan Nord, pekte sıcak bakışlarla karşılaşmamıştı. Bunun umurunda olduğu da söylenemezdi. Yine de kendiside biliyordu ki bu hafiften Tullius ve askerlerine bir gözdağıydı.

Sonunda baş şehrin devasa gri surları görünmüştü. Skyrim’de gördüğü tüm surlardan daha yüksektiler. Aşılamaz koca duvarların tepesinden aşağıya kırmızı flamalar iniyordu. Flamalara işlenen ejderha işlemeleri güneş ışığıyla parlıyordu. Şehrin cümle kapısına dayandıklarında Aodray ve diğer yolcular abadan indiler. Kapı muhafızı gelenleri tek tek sorguya çekmeye başlamıştı.

Sıra Aodray geldiğinde, muhafız sanki bu anı uzun süredir bekliyormuş gibi,
“İmparatorluk topraklarına gelmenin aptallık olduğunu kimse sana söylemedi mi?” diye sordu. Sesindeki nefret gayet anlaşılabilirdi.
“Sanırım söylenenlerden bir kaçını kaçırmışım.” dedi Aodray başını kaşıyarak. Muhafız espriden etkilenmemişti.
“Stormcloak’lar için her zaman fazladan hücremiz vardır?” diye kılıcını çekti.
“Hiç sanmıyorum!”
“Kimsin sen Nord?” diye sordu muhafız. Kılıcını savaş pozisyonunda tutuyordu. “Seni gebertmeden önce ismini duymak istiyorum.”
“Adım Aodray.” dedi Aodray gözlerini muhafıza dikerek. “Whiterun Jarl’ın himayesindeyim. Eh, birbirimizi daha iyi tanımamız konusunda ilerlemeye devam etmek istiyorsan bazıları beni Ejderdoğan diye çağırır.”

Ejderdoğan - Bölüm 18
Solitude kapı muhafızı geriledi ve yavaşça kılıcını indirdi. Miğferi nedeniyle yüzü görünmese de şok ifadesiyle Aodray’a baktığı çok belliydi.
“Beni takip et.” dedi kapıların açılması için emir verdi.
Aodray ilerlemedi. Buraya suçluymuş gibi girmeyecekti. Bu insanlar, kısa süre önce boynunu vurmak isteyen kişilerdi.

“Hayır, seninle gelmiyorum muhafız.” dedi olduğu yerde dikilerek. “Ben sizin savaş tutsağınız değilim. Savaşınız ve diplomatik ilişkileriniz beni ilgilendirmiyor. Bir görevim var...”
“İstesen de istemesen de gelmek zorundasın Nord.” dedi muhafız. “Eninde sonunda Ejderdoğan’ın Solitude’da olduğu bilgisi yayılacak ve General Tullius seni görmek isteyecek. O yüzden beni takip et ve seni ona götüreyim. Merak etme tutuklu filan değilsin.”
“Zaten denediğinizi görmek isterdim.” dedi Aodray kollarını kavuşturarak ve muhafızı takip etmeye başladı.

Aodray daha önce Whiterun ve Windhem’de bulunmuştu. Solitude onlarla karşılaştırılamaz bir noktadaydı. Skyrim’in soğuğundan uzağa kurulmuştu. Gün ışığı taşlarla örülü sokakları yıkıyordu. Binalar düzenli, bakımlı görünüyordu. Şehrin ucundaki Büyük Mavi Saray göğe doğru haşmetle yükseliyordu. Halk, şehrin orta yerine kurulu tezgâhlardan alış veriş yapıyor ve günlük dedikodular hakkında konuşuyordu. Kendi işleriyle meşgul göründükleri söylenebilirdi ama yine de çoğu Aodray geçerken meraklı gözlerle onu süzmüştü. Solitude’da mavi üniformalı adamlar görmeye alışık değillerdi.

Muhafız, şehir’in ana yolundan sola girdi ve çok yüksek olmayan bir yokuşu tırmanmaya başladılar. Burası şehrin kalanından surlar ve kemerli geçitlerle ayrılmıştı. Bir köşede nalbant elindeki çekiçle zırhları sağlamlaştırıyordu. Geçidin gerisinde açık bir alan vardı ve askerler talim yapıyorlardı. Okçular hedef tahtalarına düzenli bir şekilde oklarını yollarken, diğerleri kendi aralarında mücadeleye girmişti. İki muhafızın beklediği kapıya geldiklerinde talim askıya alınmış gibiydi. Yüze yakın asker, Aodray’a bakıyordu. Aodray aldırmıyormuş gibi görünmeye çalıştı.

İçinde tuhaf bir his vardı. Şehre gelirken tek düşündüğü Malborn denen Elf ile görüşmekti. Şu an hedefinden hızla uzaklaşıyordu. Tullius ile ne konuşacaksa kısa kesmesi gerekiyordu.

                                                                       ***