Her Dem Erdem: Kolleksiyoner (Bölüm 3)
                                
                                    
                                        
                                            
                                                
                                                    Erdem Maşlak
                                                    3.06.2010 - 12:31
                                                
                                             
                                            
                                         
                                     
                                 
                                
                                    Geleceği tozlu raflardan çıkarıp, onun yardımıyla geçmişe giden bilinmez yola yaverlik edin.
                                
                                
                                    İçeri girerken eşiğin diğer tarafında bıraktı diğer gölgelerini Tuncay. 
Sadece kendisininki, yada öyle sandığı ayaklarının dibindeydi yine, her zaman 
olduğu yerinde, sadık bir şekilde. İçeri girdi, yüzünü kapıya dönüp sessizce 
kapattı. Ağırlaşan göz kapakları ona, attığı her adımda bir miktar daha uyku 
yüklüyordu. Kapıyı kapatırken elini kapı kolunu aşağı indirmek için yormadı. 
İtti ve kapandı. Yuvasına oturan kapı mandalı sert bir ses çıkarırken Tuncay’ın 
bunu umursayacak mecali dahil yoktu. Alnını yüzünün dönük olduğu kapıya dayarken 
gözlerini de senkronize hareket ettirerek kapayıverdi. Aslında kapatmadı, sadece 
serbest bıraktı; göz kapakları da olağan fizik kanunlarının rutinliğiyle 
birbirine yapıştı. Onlar ki hemen önünde galaksiler olsa bile bir ışık tanesini 
öte tarafa geçirmez, onlar ki kalıplı bir adam olanca gücüyle yumruk atsa asla 
hasar almaz. Açmasa gözlerini, yada kirpikleri birbirinden ayrılmasa, saatler 
boyunca, öylece, o şekilde, orada hiç kıpırdamadan bekler durur; bilirim. Esnedi 
sonra. Gerinmedi ama. İnsan onun gibi bir durumdayken adabımuaşeret kurallarına 
çok da riayet etmez herhalde. Yada esnerken ağız kapatmak buna örnek olarak 
gösterilebilir mi? Her neyse, en azından kıdeminin etrafındakiler tarafından 
saygı bulduğu bir yerde, ve hatta yalnız olduğu bir mekanda buna o kadar da 
dikkat etmezdi herhalde. Yalnız mı???
Tuncay birden göz kapaklarını kaşlarıyla çekiştirerek kendine geldi. Yüzünün 
hala kapıya dönük olduğunu dikkate alacak olursak arkasındaki potansiyel 
tehlikenin ne derece aktif olduğunu fark edemezdi. Acaba şimdi kızın yüzü 
nasıldı? Yoksa elinde bir bıçakla Tuncay’ın ensesinin dibinde yüzünü ona 
dönmesini mi bekliyordu? Emniyet müdürlüğünde üstelik? Bana soracak olursanız 
böyle bir konumda böylesi bir manyaktan her şey beklenebilir. Arkasında bir 
suçlu var mıydı? Aslında olması kadar olmaması ihtimali de pek tabii mümkündü.
Kafasını yarım çevirerek omzunun üzerinden geriye doğru bakmaya yeltendi. Takım 
elbisesi ile uyum halindeki üzerine giydiği siyah ve uzun paltosu, onu bildik 
ecnebi filmlerindeki meslektaşlarının yaptığı işin verdiği havayı bulmasını 
sağlıyordu. Bunun ona verdiği fiyakayı kime kullanacaktı ki? Kendisi ve 
arkasında bir zanlı vardı odada yalnızca. Kendisi tarafından da kabul gördüğü 
gibi “suçu ispatlanana kadar hiç kimse suçlu değildir ki”. Başını yan çevirince 
göz bebeklerini iyice sola kaydırarak kıza doğru bir bakış attı. Ölü gibi 
sessizdi. Belki de canlı taklidi yapıyordu, olduğu yere yığılmadan sandalyede 
otururken. Ellerini paltosunun yakalarından tutup çekiştirirken boynunu 
rahatlatmak için bir sağa bir sola kırdı, arkasını döndü sonra.
Oda çok sadeydi. Hatta boş bile sayılabilirdi. Orta yerde bir masa, kendisine 
göre arka tarafta kalan tarafında da kızın oturduğu sandalye yer alıyordu. Tabii 
bir tane sandalye de kendisi için temin edilmiş vaziyetteydi. Kızın suçlarını 
işlediğinin düşünüldüğü evdeki çıplaklığı, polis memurlarının birinin verdiği 
ceket ile nispeten örtülmüştü. Sırtında muşambadan yapılma bilindik bir polis 
ceketi vardı. Kollarını ceketin kollarının içine sokmamıştı, sadece sırtındaydı. 
Ellerini birleştirmiş, iki dizinin arasına sıkıştırmıştı. Titriyor muydu, yoksa 
kendi kendine bir şeyler mi fısıldıyordu? Dudakları acaba neden bu kadar sık 
hareket ediyordu? Her ne kadar başını eğmiş olsa da çenesinin hareketlerinden 
bunlardan birisini yapmakta olduğu rahatlıkla anlaşılabiliyordu. Titremesi gayet 
doğalken, sanki emaneten üzerine atılmış olan ceket ha düştü ha düşecek halde 
omuzlarının uçlarında duruyordu. Boynu, üzerindeki tek geceliğinin kesimi 
yüzünden dizleri, bütünüyle kolları açıktaydı. Kollarının tamamı Tuncay’ın 
bulunduğu yerden rahatlıkla görülebiliyordu. Boyu da fazla uzun değildi. Gerçi 
bunu Tuncay onu evden ekip arabasına taşırken her ne kadar fark etmiş olsa da, 
şu anda karşısındakini oturduğu sandalye ile kıyasladığında en fazla 13 
yaşındaki zayıf bir kız çocuğu şablonu gözlerinin önüne geliyordu. Ne fark 
ederdi? Sanki eceli ile ölenle 10 yaşındaki çocuğun öldürdüğü adam aynı yere 
gitmiyor muydu? Kızın kırmızı saçları ile kendine geldi Tuncay. Neydi bu? Kan 
kırmızısı saç da neyin nesiydi öyle? Kızıl diye bir ten ve saç rengi vardıysa, 
buna “saf kırmızı”dan başka hiçbir şey denemezdi. Tuncay cebindeki sigara 
paketini yokladı. Yerindeydi.