1/3

Her Dem Erdem: Kolleksiyoner (Bölüm-5)

Erdem Maşlak 3.06.2010 - 12:31
Gittiğin yolun nereye vardığını bilmek, öleceğini bile bile yaşamdan zevk almak gibi bir şey mi?

Bunlar, Tuncay’ın sorgu odası hadiseleri adlı ansiklopedisinin kim bilir bilmem kaçıncı sayfasıydı. Ama şurası kesin ki bu sayfanın diğerlerinden çok farklı bir öneminin olacağı kuşkusuzdu. Diğerlerine oranla çok az daha farklı geçmesini beklediği sıradan bir gece yarısı operasyonu birkaç dakika içerisinde mistik çelişkiler yumağındaki kördüğümler serisine dönüşmüştü onun için. Anlayamayacağı birçok nokta vardı bu kadının belki de yoktan var ettiği senaryonun içerisinde. Mekanlar önceden özenle dizayn edilmiş, roller dağıtılmış ve replikler ezberlenmişti üstelik buna göre. Zaten kader denen şey de az çok buna benzemiyor muydu? Tuncay ile de o doğmadan önce mukavele imzalanmıştı. Şartlarını dile getirmiş, alacağı ücret yapımcılar ile belirlenmiş ve yönetmen “motor” dediğinde kendisini annesinin kucağında bulmuştu. Fakat onun oynadığı film bildiğimiz uzun metrajlı gösterimler kadar kısa sürmüyor, bir ömrü de beraberinde götürüyordu; tıpkı her birimizin bütün Oscar’ları toplayan dokunaklı ve bol alkış bulan senaryosu gibi. Tuncay şu an sadece kendisine özel görünen ve hoş efektleri olan bir yapımın başrollerini karşısındaki Julia adlı kadın ile paylaşıyordu. Sanki kendisini yardımcı bir rolde görüyordu, karşılaştıklarını muhakeme ederse eğer. Gerçek adı Tuncay mıydı, bu da filmin kritiği yapılacağı zaman dikkate alınacak bambaşka bir husus olsa gerekti.

Tuncay’ın “Kader” adlı filmi devam ediyordu tüm heyecanıyla ve onu izleyenler ağızlarına patlamış mısırlarını atarken bir yandan da gazozlarını yudumlayarak boğazlarında kaydırıyorlardı. Kamera şimdi sorgu odasının dışına kaydı.

Kapıyı Julia açtı bütün endamıyla. Böylesi kısa boylu ve eciş bücüş bir genç kadının kapının eşiğinde bu kadar haşmetli görünüyor olması şaşılacak işti doğrusu. Onun şu halini hiç görmeyen herhangi birisi kıyafetleri yüzünden böyle durduğunu düşünebilirdi; fakat, sadece bir gömleğin ve pantolonun insan vücudunu kalınlaştırmaya fazla bir etki yapacağı düşünülemezdi galiba. Üstelik ayakları çıplaktı da. Pembe ojelerini sevmiş olsa gerek, ayak tırnakları hala pembeydi. Önce o göründü kapıda. Eşiği geçerken başını geriye çevirip arkasındakine baktı; o da karşısındakini seyrediyordu. Gözleriyle “Gelmiyor musun?” gibisinden bir hareket yaptıktan sonra umursamazmışçasına bir tavırla koridora çıktı kadın. Güneş yeni doğmuştu ve koridorun sonundaki sorgu odasının hemen sağında bir pencere olduğu için dışarıdan gelen ışık, her ne kadar bulundukları kat binanın girişinde olsa da, içeriye neredeyse tamamen aydınlatabiliyordu. Tuncay bunu pencerenin yanına geldiğinde Julia’nınki ve kendi gölgesini ararken tekrar fark etti. Evet, güneş ordaydı ve etraftan yansıyan ışıklar nerede hangi cismin olduğunu belli edebiliyordu; ama, o ikisinin kendilerine özgü en spesifik özellikleri olan gölgeleri yoktu işte. Az önce kadının kendisine artık gördüklerine şaşırmaması gerektiğini hatırladı. Hareketlendi birden Julia ve Tuncay’a buranın çıkışının nerede olduğunu sordu.

-“Bekle beni!” Bu bir oyun bile olsa kurallarını yazan kişi o kadından başka birisi değildi. Tıpkı karşıdan karşıya geçen bir anne ve çocuk gibiydiler. Tuncay, Julia’nın eline bir anne edasıyla sıkı sıkıya yapışmışken arada sırada gözlerine bakıyor, takılıp düşmemek için rehberi olarak onları görüyordu. Julia ise umursamaz tavrında hiçbir değişiklik meydana getirmeden kaldırımda vitrinlere bakınarak yürüyordu adeta. Yetişti sonunda alternatif boyuttaki yoldaşına Tuncay.

-“Bekle beni. Nereye gidiyorsun şimdi? Nereye gidiyoruz? Neler oluyor ayrıca? Boğazımda sanki boğuluyormuşum gibi bir ağrı var.”
-“Kızına. Ve eşinin yanına gidiyorsun. Yoksa onlar mı geliyor demeliydim? Her adımımızda bulunduğumuz dakikadan kazanın yaşandığı zamana doğru geri dönüyoruz. Merak etme, herhangi bir aksilik yaşanması ihtimali yok, bir süre sonra orada olacağız ve sana yapacağım iyilik bitip zamanı düzene koyma mesaime kaldığım yerden devam edeceğim. Ayrıntıları düzenlemeyi unutmadığımız sürece bu aksilik ihtimali mümkün tabii. Ama...” arkasını dönüp sorgu odasının girişine baktı “...kapıyı kapattığımıza göre böyle bir sorun da ortadan kalkmış. Nereye gittiğimizi benden daha iyi bilmen lazım. Kazanın öncesine gidiyoruz. Bu senin ikinci şansın olacak ve arabanla o yolculuğa çıkmayı aklından bile geçirmemiş olacaksın. Aklımdayken söyleyeyim, sendeki ağrının aynısından bende de var. Merak etme, önemli bir şey değil.”
-“Ayrıntıları düzenlemeyi unutmadığımız sürece ne demek oluyor?”
-“Dikkatli olmamız gerek yani. Şu anda zamanın içerisinde yürüyoruz, gittikçe ve bir süre sonra fark edeceksin. Zamanı durdurduğum ve geriye gitmesini başlattığım andan önce her şeyi dışarıdan bakıldığında normal bir görüntüde bırakmak lazım. Eğer öyle bırakmazsak ne olur diyeceksen eğer, çok fazla bir kötü yan etki olmuyor aslında. Sadece insanların seni fark etmeleri ihtimali ortaya çıkabiliyor ve insanların beni görmelerini istemiyorum. Bir gemiyi ilk karede senden yüz metre ötede görmek ve ikincisinde kıyıda bulmak insanı biraz delirtebilir, sence de öyle değil mi? Demek istediğim buydu işte.”
-“Eminim öyledir. Yada vazgeçtim, tamam.”