Kayıp Yıllar: Bölüm-1
Erhan Kahraman
3.06.2010 - 12:31
Şehire Dönüş
Ateş kırmızısı spor arabadan inen uzun boylu kumral genç, güneş gözlüğünü
siyah eşofmanının cebine atıp hızlı adımlarla apartmanın girişine yürüdü.
Asansörün 13. katta olduğunu görünce merdivenlere yönelip basamakları ikişer
üçer çıkmaya başladı.
“Beş, altı, yedi...”
Sekizinci katta durup derin bir nefes aldı. Sağ taraftaki kapıyı çaldı. Bir iki
saniye sonra içeriden ayak sesleri geldi, bir an kapının arkasında sessizlik
oldu. Ardından kapı açıldı ve kapıyı açan kişi umursamaz adımlarla salona,
bilgisayarının başına döndü.
Ayakkabılarını çıkarıp içeri geçen kumral genç; yüzünde önemli kararlar almak
üzere olan bir adamın ifadesi ile hızla salona geçti. Bilgisayar başında oturmuş
kahvesini yudumlayan, uzun boylu, kısa kırmızı şortlu, uykusuz olduğu her
halinden belli olan esmer gence, heyecanını gizleyemeyen bir sesle:
“Ekrem, harika haberlerim var!” dedi.
Gözlüklerinin üstünden, kapıda elinde bir gazeteyle soluk soluğa dikilen
arkadaşına bakan Ekrem:
“Hayırdır ne oldu?” diye sordu pek önemsemeyerek.
Kumral genç, Serkan, cevap vermeden önce bir süre Ekrem’e baktı. Krem rengi
berjere kurulup bir sigara yaktı. Ekrem’in bu umursamaz tavrından vazgeçip
meraklanmasını istiyordu. Elindeki gazeteyi açıp bir ilanı yüksek sesle okudu:
“Acilen satılık, İstanbul Dağdelen’de Hacıoğlu Caddesinde üç katlı bina, zemini
dükkân.”
Ekrem ansızın yerinden fırlayıp gazeteyi kaptı. Serkan’ın okuduğu ilanı bulup
bir de kendisi okudu. Sonra bir daha okudu. Serkan’a şaşkınlıktan ve mutluluktan
kocaman açılmış gözlerle bakarak:
“Ulan şansın böylesi de olamaz be!” diye haykırdı.
“Bu ne biliyorsun değil mi Eko?”
“Serkan oğlum bu bizim dönüş biletimiz yahu!”
Bir süre hiçbir şey konuşmadan İzmir’in harika siluetini seyrettiler. Bu, daha
çok bir vedalaşma gibiydi.
Serkan ve Ekrem dört yıldır İzmir’deydi. Çocukluklarının geçtiği İstanbul’un
Dağdelen semtinden liseyi bitirince ayrılmak zorunda kalan iki arkadaş, üç
senelik bir yurtdışı seyahatinden sonra askerliklerini yapıp Ege Üniversitesi’ni
kazanınca, İzmir’de bir daire tutup burada yaşamaya başlamışlardı. İkisi de
sürekli İstanbul’a dönecekleri günün hayalini kuruyorlardı. Bu nedenle İzmir’de
çok fazla arkadaş edinmemiş, ama yaptıkları ‘özel hizmetler’ sayesinde güçlü
bağlantılara sahip olmuşlardı.
İzmir’de bütün önemli iş adamları tarafından ‘bir şekilde’ tanınıyorlardı. Yine
bu ‘özel hizmetler’ sayesinde lüks otomobilleri, daireleri, teknolojinin cömert
davrandığı bilgisayar ve iletişim sistemleri vardı. 26 yaşında çoğu kişinin
sahip olamayacağı bir servete sahiptiler. Fakat onların hayalinde, çocukken
mahalle arkadaşlarıyla açmak için birbirlerine söz verdikleri kafe&restoran
vardı. Serkan ve Ekrem, yaklaşık dokuz yıldır görmedikleri eski okul arkadaşları
Koray, Burak, Burcu ve Ebru’yu görmek için sabırsızlanıyordu.
“Ne kadara satıyorlar binayı?”
“Yedi yüz bin dolar istedi. Nakit vereceğimi söyleyip diretince beş yüz bine
kadar düştü.”
“Bizde ne kadar var?”
“Altı yüz kadar.”
Ekrem de bir sigara yaktı. Serkan, Ekrem’in ne düşündüğünü az çok tahmin
edebiliyordu:
“Bütün işlemleri masrafları falan o karşılayacak. Binayı senin adına satın
alıyorum. Ne de olsa senin daha temiz bir hayatın var.”
Ekrem bir an sevinçten ne diyeceğini bilemedi. Serkan’ın ona bu kadar güvenmesi
onu çok sevindirmişti. Dört yıllık birikimlerini Ekrem’e emanet ediyordu bu
kararla Serkan.