1/5

Kayıp Yıllar: Bölüm-2

Erhan Kahraman 3.06.2010 - 12:31
Kayıp Zaman
Önündeki kahve bardağını kaldırıp kahveyi yudumlayan Burcu, mavi gözlerini Ekrem’e dikmişti. Onun da aklı epey karışıktı aslında.
Ekrem ne kadar da değişmişti! Dokuz yıl önce uçarı ve çılgın bir hayat süren adam, şimdi takım elbiseyle geziyor, mafya dövüyor ve buna rağmen insanı sinir edecek kadar sakin görünüyordu. Görünüşü de oldukça değişmişti, Burcu’nun hep eksiklik olarak gördüğü kiloları almış olmalıydı Ekrem. Atletik bir yapısı vardı şimdi, eski cılız Ekrem gitmişti. Onu bu kadar değiştiren olayları dinlemeyi çok istiyordu. Bir süre daha ‘yeni’ Ekrem’i süzdükten sonra meraklı ve heyecanlı bir sesle sordu:
“Anlat bakalım, siz neler yaptınız bunca zaman?”
Ekrem, bir eşyaları taşımaya giden Serkan’a, bir Burcu’ya baktı. Bu soruya ne cevap vereceğini, daha doğrusu ne cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu. Eskiden huzur bulmak, kafa dağıtmak için geldiği Babür Kafe, şimdi üstüne üstüne geliyordu sanki.
Söze nereden başlamalıydı? Dağdelen’de en güzel geçen yaz günlerinden birinde çok sevdikleri mahallelerinden ayrılmalarından mı? Yıllar boyu sevdiklerinden ayrı kalmanın boğazlarında yaptığı acımsı kuruluktan mı?
Hayır, şimdi bunları konuşmak olmazdı. Olan olmuş ve geçmişte kalmıştı. Artık mahallelerine dönmüşlerdi, eskiden neşeli ve masum günler yaşadıkları mahallelerine.
“Liseyi bitirince Serkan’la birlikte yurt dışına çıktık. Üç sene boyunca Amerika senin, Avrupa benim, Uzakdoğu onun, gezdik durduk. Gerekli gereksiz tonla şey öğrendik; bilgisayar, internet, İngilizce, Fransızca, anatomi, psikoloji, self defans...”
“Self defans ne ki?” diye lafa girdi Burcu.
Ekrem gülümsedi hafiften:
“Kendini savunma teknikleri, yakın dövüş yani; aikido, karate, tekvando falan.”
Burcu hayran gözlerle baktı Ekrem’e:
“Bu vücudu nereden yaptığın belli oluyor... Neyse, tüm bunları nasıl öğrendiniz yahu?”
Ekrem gülerek cevapladı:
“Çok paran olduğunda millet öğretmek için kuyruğa giriyor.”
Ekrem gülümsüyordu; yıllarca özlemini çektiği kız, şimdi karşısında oturmuş kendisini dinliyordu can kulağıyla. Her şeyi boş verip o anın tadını çıkardı bir süre.
Gülümseyerek birbirlerine bakıyorlardı kare masanın iki ucunda. O an evrende onlardan başka kimse yoktu sanki, koca boşlukta yapayalnızdılar. Burcu’nun mavi gözlerindeki derin bakışlar, ne aradığını bilmeksizin Ekrem’in yüzünde dolanıyordu. Belki geçmişe ait bir iz, belki unutamayanlara has o acılı tebessüm, belki de hüznünün duvarlarındaki boyası dökük karanlık köşeyi dolduracak bir parça umut…
Ekrem de Burcu’dan pek farklı sayılmazdı. Sevecen bakışlarını, denizin maviliğini taşıyan iki su damlasına dikmiş, mutluluğu ve kendi hayatının anlamını bu damlalarda arıyordu. Ne yaşamışlarsa, ne kadar yaşamışlarsa hepsi geride kalmıştı. Geleceğinin burada olduğunu çok güçlü bir şekilde hissediyordu. İçindeki mutluluk ve kavuşmanın sevinci, vücudunu dolaşıp gözlerine yansıyor, bu parıltı da karşısındaki dünyalar güzeli kızın deniz mavisi gözlerine aksediyordu.
“Peki, şimdi ne yapacaksınız?”
Sessizliği bölen kelimeler, Burcu’nun dudaklarından dökülmüştü. Ekrem bir iki saniye sonra toparlanıp cevap verdi:
“Aslında burada bir kafe açmak istiyoruz. Biliyorsun bu bizim Serkan’la çocukluk hayalimizdi.”
Burcu bunu iyi hatırlıyordu; Ekrem, Serkan, Burcu, Ebru, Koray ve Burak hep birlikte küçük, şirin bir yer işletmeyi hayal etmişlerdi hep. Ama bu nasıl olacaktı? Bir dükkân açmak kolay iş değildi. Onca para gerekiyordu. Sahi onlar bu binayı alacak parayı nereden bulmuştu? Dişiliğin verdiği doğal soru türetme yeteneği, Burcu’yu birden dayanılmaz bir meraka sürüklemişti.
“Ya sahi siz bina alacak parayı nereden kazandınız?”
İşte işin zor kısmı başlamıştı Ekrem için. Karışık ve sevimsiz bir konuyu nasıl basit ve kabul edilebilir şekilde sunabilirdi?
“Askerlik bitince üniversite sınavına girdik. İkimiz de Ege Üniversitesi’ni kazanıp İzmir’e taşındık. Yurtdışında gezerken bütün servetimizi tüketmiştik. İlk olarak birkaç yerden burs aldık, ikimiz de yetim olduğumuz için burs bulmak kolay oldu. Küçük bir daireye tuttuk. Bir gün Serkan’ın bölümünde okuyan bir arkadaşının kaçırıldığını öğrendik. Kız, Serkan’ın iyi arkadaşlarındandı.”
Hikâye Burcu için oldukça çekici hale gelmişti.
“Ülke ülke gezerken öğrendiklerimizi pratiğe geçirmenin zamanı gelmişti. Kızın ailesiyle bağlantı kurup olayın aslını astarını öğrendik. Aile büyük bir holdingin başındaydı ve bir inşaat ihalesinden vazgeçmeleri için kaçırılmıştı kız. Yardım etmek istediğimizi söylediğimizde pek itibar etmeseler de istediğimiz bilgileri verdiler. Bir iki günlük bir araştırma sonrasında kızın yerini saptadık. Pek zor olmayan bir operasyonla kızı kurtarıp ailesine iade ettik. Aile bize büyük bir para ödülü verdi.
Ve sonrası çorap söküğü gibi geldi… İş adamının tanıdıkları, sonra onların tanıdıkları derken bir de baktık ki İzmir’de kaçırılanı kurtarmak bizim işimiz olmuş.”
“Vay be!” diye heyecanla söze girdi Burcu, “oldukça hareketli bir hayatınız varmış.”
Ekrem gizemli bir gülümsemeyle iç geçirdi:
“Tahmin bile edemezsin…”
“Belki burada bize de yardım edersiniz?”
Burcu umut dolu gözlerle bakıyordu. Ekrem düşünceli bir sesle cevapladı:
“Bakacağız…”