Kayıp Yıllar: Bölüm-2
Erhan Kahraman
3.06.2010 - 12:31
Kayıp Zaman
Önündeki kahve bardağını kaldırıp kahveyi yudumlayan Burcu, mavi gözlerini
Ekrem’e dikmişti. Onun da aklı epey karışıktı aslında.
Ekrem ne kadar da değişmişti! Dokuz yıl önce uçarı ve çılgın bir hayat süren
adam, şimdi takım elbiseyle geziyor, mafya dövüyor ve buna rağmen insanı sinir
edecek kadar sakin görünüyordu. Görünüşü de oldukça değişmişti, Burcu’nun hep
eksiklik olarak gördüğü kiloları almış olmalıydı Ekrem. Atletik bir yapısı vardı
şimdi, eski cılız Ekrem gitmişti. Onu bu kadar değiştiren olayları dinlemeyi çok
istiyordu. Bir süre daha ‘yeni’ Ekrem’i süzdükten sonra meraklı ve heyecanlı bir
sesle sordu:
“Anlat bakalım, siz neler yaptınız bunca zaman?”
Ekrem, bir eşyaları taşımaya giden Serkan’a, bir Burcu’ya baktı. Bu soruya ne
cevap vereceğini, daha doğrusu ne cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu. Eskiden
huzur bulmak, kafa dağıtmak için geldiği Babür Kafe, şimdi üstüne üstüne
geliyordu sanki.
Söze nereden başlamalıydı? Dağdelen’de en güzel geçen yaz günlerinden birinde
çok sevdikleri mahallelerinden ayrılmalarından mı? Yıllar boyu sevdiklerinden
ayrı kalmanın boğazlarında yaptığı acımsı kuruluktan mı?
Hayır, şimdi bunları konuşmak olmazdı. Olan olmuş ve geçmişte kalmıştı. Artık
mahallelerine dönmüşlerdi, eskiden neşeli ve masum günler yaşadıkları
mahallelerine.
“Liseyi bitirince Serkan’la birlikte yurt dışına çıktık. Üç sene boyunca Amerika
senin, Avrupa benim, Uzakdoğu onun, gezdik durduk. Gerekli gereksiz tonla şey
öğrendik; bilgisayar, internet, İngilizce, Fransızca, anatomi, psikoloji, self
defans...”
“Self defans ne ki?” diye lafa girdi Burcu.
Ekrem gülümsedi hafiften:
“Kendini savunma teknikleri, yakın dövüş yani; aikido, karate, tekvando falan.”
Burcu hayran gözlerle baktı Ekrem’e:
“Bu vücudu nereden yaptığın belli oluyor... Neyse, tüm bunları nasıl öğrendiniz
yahu?”
Ekrem gülerek cevapladı:
“Çok paran olduğunda millet öğretmek için kuyruğa giriyor.”
Ekrem gülümsüyordu; yıllarca özlemini çektiği kız, şimdi karşısında oturmuş
kendisini dinliyordu can kulağıyla. Her şeyi boş verip o anın tadını çıkardı bir
süre.
Gülümseyerek birbirlerine bakıyorlardı kare masanın iki ucunda. O an evrende
onlardan başka kimse yoktu sanki, koca boşlukta yapayalnızdılar. Burcu’nun mavi
gözlerindeki derin bakışlar, ne aradığını bilmeksizin Ekrem’in yüzünde
dolanıyordu. Belki geçmişe ait bir iz, belki unutamayanlara has o acılı
tebessüm, belki de hüznünün duvarlarındaki boyası dökük karanlık köşeyi
dolduracak bir parça umut…
Ekrem de Burcu’dan pek farklı sayılmazdı. Sevecen bakışlarını, denizin
maviliğini taşıyan iki su damlasına dikmiş, mutluluğu ve kendi hayatının
anlamını bu damlalarda arıyordu. Ne yaşamışlarsa, ne kadar yaşamışlarsa hepsi
geride kalmıştı. Geleceğinin burada olduğunu çok güçlü bir şekilde hissediyordu.
İçindeki mutluluk ve kavuşmanın sevinci, vücudunu dolaşıp gözlerine yansıyor, bu
parıltı da karşısındaki dünyalar güzeli kızın deniz mavisi gözlerine
aksediyordu.
“Peki, şimdi ne yapacaksınız?”
Sessizliği bölen kelimeler, Burcu’nun dudaklarından dökülmüştü. Ekrem bir iki
saniye sonra toparlanıp cevap verdi:
“Aslında burada bir kafe açmak istiyoruz. Biliyorsun bu bizim Serkan’la çocukluk
hayalimizdi.”
Burcu bunu iyi hatırlıyordu; Ekrem, Serkan, Burcu, Ebru, Koray ve Burak hep
birlikte küçük, şirin bir yer işletmeyi hayal etmişlerdi hep. Ama bu nasıl
olacaktı? Bir dükkân açmak kolay iş değildi. Onca para gerekiyordu. Sahi onlar
bu binayı alacak parayı nereden bulmuştu? Dişiliğin verdiği doğal soru türetme
yeteneği, Burcu’yu birden dayanılmaz bir meraka sürüklemişti.
“Ya sahi siz bina alacak parayı nereden kazandınız?”
İşte işin zor kısmı başlamıştı Ekrem için. Karışık ve sevimsiz bir konuyu nasıl
basit ve kabul edilebilir şekilde sunabilirdi?
“Askerlik bitince üniversite sınavına girdik. İkimiz de Ege Üniversitesi’ni
kazanıp İzmir’e taşındık. Yurtdışında gezerken bütün servetimizi tüketmiştik.
İlk olarak birkaç yerden burs aldık, ikimiz de yetim olduğumuz için burs bulmak
kolay oldu. Küçük bir daireye tuttuk. Bir gün Serkan’ın bölümünde okuyan bir
arkadaşının kaçırıldığını öğrendik. Kız, Serkan’ın iyi arkadaşlarındandı.”
Hikâye Burcu için oldukça çekici hale gelmişti.
“Ülke ülke gezerken öğrendiklerimizi pratiğe geçirmenin zamanı gelmişti. Kızın
ailesiyle bağlantı kurup olayın aslını astarını öğrendik. Aile büyük bir
holdingin başındaydı ve bir inşaat ihalesinden vazgeçmeleri için kaçırılmıştı
kız. Yardım etmek istediğimizi söylediğimizde pek itibar etmeseler de
istediğimiz bilgileri verdiler. Bir iki günlük bir araştırma sonrasında kızın
yerini saptadık. Pek zor olmayan bir operasyonla kızı kurtarıp ailesine iade
ettik. Aile bize büyük bir para ödülü verdi.
Ve sonrası çorap söküğü gibi geldi… İş adamının tanıdıkları, sonra onların
tanıdıkları derken bir de baktık ki İzmir’de kaçırılanı kurtarmak bizim işimiz
olmuş.”
“Vay be!” diye heyecanla söze girdi Burcu, “oldukça hareketli bir hayatınız
varmış.”
Ekrem gizemli bir gülümsemeyle iç geçirdi:
“Tahmin bile edemezsin…”
“Belki burada bize de yardım edersiniz?”
Burcu umut dolu gözlerle bakıyordu. Ekrem düşünceli bir sesle cevapladı:
“Bakacağız…”