Kayıp Yıllar: Bölüm-5
Erhan Kahraman
3.06.2010 - 12:31
Bir Çakmak, Bir Kıvılcım, Bir de Dinamit
Açılalı henüz bir hafta olmasına rağmen Kafein’de işler çok iyi gidiyordu.
Neredeyse semtin bütün gençleri bu mekâna gelmeye başlamışlardı. Kaliteli
malzemeyle yapılan içecekleri uygun fiyata sıcak bir gülümsemeyle sunan Serkan,
Ekrem, Ebru ve Sıddık; müşteri memnuniyetini en üst seviyede tutmaya
çalışıyordu. Evet, Sıddık bilardo salonunu kapatıp hemen satmış, Kafein’e ortak
olmuştu! Bu sayede herkese değiştiğini ispatlamayı düşünüyordu.
Yıllarca kendisinden korkarak yaşayan semt sakinleri de, Sıddık’ın bu güler
yüzlü ve nazik halini hemen benimsemişlerdi. Gencinden yaşlısına, fakirinden
zenginine her kesimden insan, bu sıcak ortamı adeta ikinci adresleri olarak
kullanıyorlardı.
Yine de Serkan temkinli davranmaya özen gösteriyordu. Açılalı bir hafta olmuştu
fakat hiçbir aksilik yoktu, bu da Serkan’ı oldukça rahatsız ediyordu. Sürekli
zorluklarla mücadele etmeye alışkın olan Serkan, bu yaşam şekline pek ayak
uyduramamıştı anlaşılan.
Diğer yandan gerek Serkan, gerek Ekrem, gerekse Sıddık, kapalı kapılar arkasında
Dağdelen için planlar yapan ‘büyük’ adamlardan gelecek tepkiyi beklemekteydiler.
Karşılarına aldıkları kişilerin kim olduğunu Sıddık bile tam olarak bilmiyordu,
bir iki kez telefonda konuşmuştu sadece. Bu nedenle üçü de tetikte, karşı
tarafın yüzünü aydınlatacak bir hamlenin gelmesini bekliyordu. Şu ana kadar
herhangi bir işaret gelmemişti, ama üçü de bu kadar önem taşıyan bir işin sonunu
getirmeden bırakmayacaklarını biliyordu.
Ekrem, diğer ikisine göre biraz daha kararsızdı. Girdikleri yolun sonu belli
değildi, bu iş bir yerden birilerini kurtarmaya benzemezdi. İşin içine
uyuşturucu girince durum ciddileşiyordu. Hem de ne uyuşturucu! Bunca zaman sonra
tam mutluluğu yakalamışken yine acı çekmekten korkuyordu Ekrem. Artık arkasından
ağlayacak biri vardı, bu da onun tehlikeye atılırken çelişkiye düşmesine neden
oluyordu. Her şeyi bir bakışta anlayan Serkan, nedense Ekrem’in bu çıkmazını
göremiyordu. Onu da kendisi gibi maceraya hazır halde heyecanla beklediğini
zannediyor olmalıydı.
Sıddık ise bulutların üzerindeydi sanki. Hiçbir şey düşünmüyor, kimseden
korkmuyordu. Yıllardır aradığı iç huzuru ve mutluluğu bulmuştu en sonunda.
Etrafında kendisinden korktuğu için değil, gerçekten hak ettiğini düşündükleri
için ona saygı gösteren insanlar vardı. Kimseye kötülük yapması için kimseden
emir almıyordu artık. En güzeli de; etrafında keskin bakışlar ve ciddi suratlar
dolaşmıyordu, herkes gülümsüyordu. Bazen kendisini bir rüyanın tam ortasında
gibi hissediyordu, hiç uyanmak istemediği bir rüyanın…
Serkan, büyük macera adamı, bilge kişi, mahallenin Robin Hood’u. Kişiliğini,
yaptıklarını, karşılığında aldıklarını, bundan sonra yapması gerekeni, kaderini
sorguluyordu mütemadiyen. Bunca zaman boyunca hep iyinin ve muhtaç olanların
yanında yer almış, haksızlıklara elinden geldiğince karşı koymuş, kimsenin
hakkını kimseye yedirmemişti. Ama nereye kadar?
Acaba gerçekten de doğru olanı mı yapıyordu? Bunca sene yaptığı iyiliklerin
kendisine gerçek anlamda ne faydası dokunmuştu? Ya da faydadan ziyade, yaptığı
şey gerçekten de ‘iyilik’ miydi? Başkalarının hayatlarına ve kararlarına
karışmak ne derece doğruydu? Eğer hayatta istediği tek şeyi elde edemiyorsa,
bunca uğraşın amacı ne olabilirdi? Sevdiği, kavuşmak istediği tek şeye, aşkına
layık olmak için daha ne kadar iyi olması gerekiyordu? Ya da gerçekten de ‘iyi’
olmak her şeye yeter miydi?
Bunları düşündükçe kafası allak bullak oluyor, bunuysa mümkün olduğu kadar
diğerlerine hissettirmemeye çalışıyordu. Her ne kadar ilk başta umursamaz
görünse de, çok değil, bir iki gün sonra iyice içine işlemişti Ebru’nun aldığı
kararın verdiği üzüntü. Aslında tam olarak neye üzülmesi gerektiğini bile
bilmiyordu, Ebru’nun başka birini seçmiş olması mıydı üzücü olan? Yoksa Serkan’ı
seçmemiş olması mıydı? Serkan’ın kafası gerçekten de çok karışıktı.
Bilinmezlerin içinden çıkmak için çabaladıkça daha dibe batıyordu. Bu nedenle
yay gibi kaşları sürekli kalkık bir vaziyette, gözleri hep yerde bir şeyler
arıyormuş gibi geziyordu. Ne kadar gizlemeye çalışsa da bazen Ekrem durumu
anlayıp ne olduğunu soruyordu. Serkan da birkaç kaçamak cevapla durumu
geçiştiriyordu. Başlarındaki püsküllü belayı düşünecek vakti bile olmamıştı.
Acaba karşı tarafın tavrı ne olacaktı? Yeni bir piyon mu süreceklerdi oyuna,
yoksa toplu bir temizlik mi vardı kafalarında?
Serkan düşündükçe boğulacak gibi hissediyordu. Biraz temiz hava almak için
dışarı çıkmaya karar verdi. Ekrem’e tezgâha geçmesini söyledi. Önlüğünü çıkarıp
Sıddık’a gülümseyen bir bakış attıktan sonra kafenin cam kapısından dışarı
çıktı. Saat öğleye geliyordu ve ortalığı kavruluyordu. İlk başta tentenin
üstünden vuran güneş, gözlerini kamaştırdı. Cebinden çıkardığı mavi güneş
gözlüğünü takıp etrafa bakındı. Az ötedeki üstü açık kırmızı spor arabasına
binip teybin sesini açtı. Eskilerden hoş bir şarkı çalıyordu radyoda. Gözlerini
kapatıp başını arkaya attı. Öylece kalıp şarkıyı dinledi bir süre. Derin
nefeslerle iç çekti. Arabaya birinin yaklaştığını hissedip aniden doğruldu.
Soluna baktığında ürperdi birden. Bütün hücrelerinin titrediğini hissetti. Hemen
yanında, elini arabanın kapısına yaslamış kendisine bakan kişi Ebru’ydu. Hem de
kumral saçıyla, abartılı olmayan makyajıyla, Serkan’ın hep hatırlamak istediği
Ebru!