1/3

Kayıp Yıllar: Bölüm-6

Erhan Kahraman 3.06.2010 - 12:31
Kod Adı: Papaz Şahin
“Şahin Solakoğlu, nam-ı diğer Papaz Şahin; orta çaplı bir mafyadır. Sarıyer taraflarında bir gazinosu var. Gazinonun altında bir kumarhanesi var. Ayrıca civar esnafının da haracını yer. Pis adamdır, namerdin önde gidenidir. Kadın, yaşlı, çoluk çocuk demeden saldırır. Kendinden küçük gördüklerini her zaman ezer, büyük gördüklerine de yalakalık yapar. Gözünü para ve güç hırsı bürümüştür. Kendisine verilen işi mutlaka bitirir. Bugünkü başarısızlık oldukça canını sıkacaktır.”
Serkan ve Ekrem, Sıddık’ın anlattıklarını dikkatle dinliyordu. Serkan sözün bu noktasında:
“Peki, sence bu adam bizim aradığımız büyük patron olabilir mi?” diye sorma gereği duydu.
Sıddık, ensesini kaşıyarak birkaç saniye düşündü:
“Açıkçası, pek sanmıyorum. Tahminimce malum iş benden sonra ona havale edildi.”
Bu sefer Serkan ensesini kaşıyarak derin derin düşünmeye başlamıştı. Bir süre yazıhanenin deri kaplamalı kapısına gözlerini kilitleyerek kaldı. Birkaç dakika sonra ellerini çırpıp yeni bir şey keşfetmiş gibi yerinden fırladı. Elini masaya vurup:
“Tamam, arkadaşlar, zannetmiyorum ki bu adam emir aldığı kişiyi tanımıyor olsun. Gidip konuşturmamız gerek sadece.”
Zaten bu tarz bir hareket bekleyen Sıddık hemen gülümseyerek:
“Tamam ben varım.” dedi.
Ekrem, biraz daha düşünceli olsa da aynı şekilde bu fikri tasdikledi. Bu hali Serkan’ın gözünden kaçmamıştı elbette.
“Diğer meseleyi ne yapacağız?”
“Hangi meseleyi?”
Ekrem, kekeleyerek cevaplamaya çalıştı:
“Şey, kızları yani.”
Bu soru, üçünün, özellikle Serkan ve soruyu soran Ekrem’in içine kor gibi düşmüştü. Önceki gün olanlardan sonra Ebru’nun ardından Burcu da ‘böyle bir hayat istemediğini söyleyip’ gitmişti. Serkan ve Ekrem ise arkalarından kalakalmışlardı.
“Şu anda sadece tek konuya hedeflenme hakkımız var Ekrem, bu işi halledelim o meseleye sonra bakacağız.”
Serkan’ın cevabı üzerine Ekrem, esas endişe duyduğu konuyu dile getirdi:
“Ama Serkan, biliyorsun Ebru bu hafta sonu evleniyor.”
Serkan gittikçe dibe batıyordu sanki. Durum daha kötü olamazdı herhalde. Kim olduğunu bile bilmediği tehlikeli düşmanlar edinmişti ve hayatının aşkı olarak gördüğü kız, birkaç gün sonra başka biriyle evleniyordu. Hangi birine yetişecekti? Bunların hepsini bir anda düşünmeye kalktıkça daralıyordu. Yanındakilere tek hedefe konsantre olmalarını söylüyordu ama kendisi bu duruma ne kadar hâkimdi? Eliyle kulak yumuşağını çekiştirip yere baktı.
Sıddık, bu bunaltıcı havayı dağıtmak için, heyecanla konuşmaya başladı:
“Ya beyler lafınıza girdim kusura bakmayın ama söylemeden edemeyeceğim. Dünkü o yaptıklarınız neydi öyle yahu? Maşallah attığınız ıskalamadı, hele Ekrem…” dedi Ekrem’e dönerek, “iki elinde iki tabanca James Bond gibiydin. O atlamalar zıplamalar, nereden öğrendiniz bunları? Bana da öğretin bir ara.”
Sıddık’ın sözleri işe yaramış, Serkan ve Ekrem’in yüzüne utangaç birer gülümseme yerleşmişti. Serkan, Şahin’i düşünmeye başladı tekrar:
“Sıddık, canını emanet edebileceğin kaç adamın var?”
Sıddık biraz düşünüp cevapladı:
“Sadece Ferhat var.”
İlk defa birkaç gün öncesine kadar hayatında hiç gerçek dostu olmadığını hatırladı. Bir an kendisini tuhaf hissetti, Serkan’a ve Ekrem’e olan sevgisi bir kat daha arttı.
“Bu akşam Şahin’i halledeceğiz, var mısınız?”
Serkan’ın bu ani çıkışı karşısında şaşırsalar da kafalarını eğerek onayladılar. Sıddık durumu daha iyi açıklamak için:
“Yalnız Şahin ödleğin tekidir, etrafında on beş korumayla gezer en az. Eğer mekanına girmeyi düşünüyorsak, ki umarım düşünmüyoruzdur, bu sayı kırkı bulur. Kumarhaneye birkaç kez gitmiştim, tek kapısı var, arka çıkışı yok.” diye anlattı.
Serkan, Ekrem’e fikrini sorar gibi bir bakış attı. Bunun üzerine Ekrem:
“Eğer Sıddık’ın adamı da gelirse dört kişi ediyoruz. Kırk korumaya karşı pek şansımız olmaz gibime geliyor.” diye görüşünü açıkladı.
Serkan her ne kadar acele etse de düşünmeden karar vermek istemiyordu.
“Tamam o zaman, bu akşam Sıddık sen Ferhat’la konuş, onu bizimle birlik olmaya ikna et. Ama istemezse fazla zorlama, yoksa vebal altına girmiş oluruz. Ekrem, sen Kafein’e göz kulak ol. Ben de gidip biraz bilgi toplamaya çalışacağım. Yarın tekrar durumu gözden geçiririz.”
Bu fikir hepsinin kafasına yatmıştı. Başlarıyla tasdik ettiler. Sıddık, merakını gidermek için:
“Serkan, nereden bilgi toplamayı düşünüyorsun?” diye sordu ama Serkan bunu duymazlıktan geldi.
“Akşama görüşürüz, ben çıkıyorum.” diyerek mekânı terk edip ateş kırmızısı spor arabasına binerek gözden kayboldu.
Sıddık, aynı soruyu bu kez Ekrem’e sordu. Ekrem, önce biraz düşündü, bunu ona söylemeli miydi tam bilmiyordu. Eğer söylenecek olsaydı Serkan söylerdi her halde. Ama belki de Ekrem’in anlatmasını istediği için hemen orayı terk etmişti. Bu seçenek aklında iyice yer edince anlatmaya başladı:
“Serkan’ın bazı gizli bilgi kaynakları vardır. Bunların tam olarak kimler olduğunu ben bile bilmiyorum. Ama çoğunluğu devletin üst düzey güvenlik görevlileri. Nasıl yapıyor bilmiyorum ama hem Türk hem de yabancı haber alma teşkilatlarından bilgi topluyor. İzmir’de kurtarma işleri yaparken çok kereler Serkan bu kaynaklardan aldığı bilgilere göre hareket etti. Ve bu sayede elimizle koymuş gibi kayıpları bulduk.”
Sıddık, kirli sakallarını sıvazlayarak:
“Peki, Serkan devlet görevlisi mi?”
Ekrem ne diyeceğini bilmiyordu:
“Hayır değil. Ya da… En azından ben öyle biliyorum.”