1/2

Ni No Kuni'yi neden sevmiştik? İkinci oyundan önce hatırlayalım

Hürcan Köse 11.05.2017 - 15:10
Biraz Ni No Kuni övelim mi?
9 Aralık 2010 yılında PlayStation 3 platformuna çıkan, daha sonra Nintendo DS'e de farklı bir versiyonu ile gelen Ni No Kuni, her zaman övülmeyi hak eden, ancak hiçbir zaman hak ettiği popülariteyi kazanamayan, hazine gibi bir oyundu.

Görselleri ve müzikleri ile 7'den 70'e oynayan herkesi kendisine aşık eden Ni No Kuni, Japon rol yapma oyunları için yeni bir çehre yaratmış ve Batılı oyuncuları en akıllıca yöntem ile bir JRPG'ye alıştırmıştır: Tanıdık bir yüz kullanarak. Anime izlemeyen birisi bile Hayao Miyazaki'nin eşsiz çizimleri ile taçlandırdığı uzun metrajlı animelerden en az birini mutlaka görmüştür. Studio Ghibli çatısı altından çıkan bu animeler görsel tarzları ve işledikleri felsefi konular ile gündelik animelerden çok farklıydı.

Ni No Kuni'yi neden sevmiştik? İkinci oyundan önce hatırlayalım
Yapımcı firma Level-5 de Ni No Kuni'yi yalnızca Japonya piyasasında değil, Batı'da da değerlendirebilmek için Batılı oyuncuların da sevdiği ve bildiği bir çizim tarzını örnek alarak yarattı. Ni No Kuni'yi yaratmak için Studio Ghibli ve Level-5 güçlerini birleştirdi. Eşsiz karakter tasarımları bir yana, muazzam dünya ve çevre tasarımları sayesinde de unutulmaz görüntülerle karşılaşmanızı sağlayan Ni No Kuni, tam da adı gibi, sizi çok ayrı bir dünya ile tanıştırıyordu. Ni No Kuni, "The Another World " yani "Başka Bir Dünya" anlamına gelmektedir.

İnsanların en merak ettiği ve sürekli araştırma güdüsüne sahip oldukları yegane olgu, paralel evrenler teorisidir. Bilim adamlarından tutun, Facebook'ta takılan arkadaşlarınıza kadar herkes paralel evrenler teorisini merak etmekte ve "acaba paralel bir evrende neyimdir? Vahşi bir hayvan mı, bir ev kedisi mi, yoksa çok zengin bir iş adamı mı?" İnsan gerçekten de merak ediyor değil mi? İşte Ni No Kuni, bu paralel evrenler teorisini en detaylı ve ilgi çekici şekilde işleyen yapımlardan birisiydi.

Ni No Kuni'yi neden sevmiştik? İkinci oyundan önce hatırlayalım
Ni No Kuni'de, gerçek dünyada bir bedene sahipseniz, Ni No Kuni yani diğer dünyada da bir bedeniniz vardır. Ancak bu iki beden direkt olarak aynı olmayabilir. Örneğin gerçek dünyada gözleriniz mavi iken, Ni No Kuni'de yeşil olabilir. Fakat genel hatlarınız aynıdır. Yüzünüzü gerçek dünyada gören birisi, paraleldeki halinizi de rahatlıkla tanıyabilir. Ni No Kuni'nin hikayesi de bununla alakalı bir şekilde başlıyor. Aşağıdaki paragrafta oyunun başına dair spoiler vereceğim, eğer öğrenmek istemiyorsanız direkt olarak o paragrafı geçebilirsiniz.

Ni No Kuni'yi neden sevmiştik? İkinci oyundan önce hatırlayalım
Ni No Kuni'ye başladığınızda ana karakter Oliver'ın gündelik yaşamına ve haylazlıklarına tanık oluyorsunuz. Mahalleden tanıdığı arkadaşı ile gizli gizli işler çeviren Oliver, geliştirdikleri minik araba ile annesinden gizli bir gezintiye çıkar ve talihsiz bir kaza sonucu suya düşer. Anne yüreği midir, şans mıdır bilinmez ama Oliver'ın annesi bu tehlikeyi bir anda hisseder ve kalkıp dışarı çıktığında Oliver'ın boğulmakta olduğunu görür. Çabucak suya atlayan ve oğlunu kurtaran anne, oğlunun güvenliği sayesinde mutlu olurken, bir anda kalp krizi geçirip oracıkta can veriyor. İşte diğer dünya ile alakası da burada başlıyor. Oliver, eve döndüğünde oyuncak bebeğinin canlandığını ve aslında bir peri olduğunu görüyoruz. Bu peri, istediği ve kabul ettiği takdirde Oliver'ı Ni No Kuni'ye götürecek ve annesinin paralel evrendeki halini kurtararak gerçek dünyadaki anneyi de hayata geri getirecektir. Önünde kocaman, zorlu bir macera bulunmaktadır.