1/3

Ofis Macerası

Erhan Kahraman 3.06.2010 - 12:31
Tyler'ın yolu ofise düşünce...
Sıradan bir pazartesi günü, öğleden sonra dersi olmadığını fark eden Tyler, eve gitmek ve biraz daha gezinmek arasında tereddüde düşer. O an aklına, Murat Bey’in kendisine yaptığı ofis daveti gelir. En yakın internet kafeye giderek Murat Bey ile bağlantıya geçen Tyler, kendisini beklediklerini öğrenince bir assolist edasıyla kafeden çıkar ve yola koyulur. Ancak bu eda, fazla uzun sürmez. Çünkü tramvaya binince; bir yandan ayakta durmak için ciddi bir efor sarfetmek, bir yandan da tertemiz namusunu korumak gibi iki önemli görev üstlenecektir. Tramvay o biçim kalabalıktır. Eminönü’ne geldiğinde ‘ofise aç gitmeyeyim, ne olur ne olmaz’ diyerek iki tane çift kaşarlı tostu midesine indirir.

Kalkmak üzere olan vapura koşarak yetişip, ‘belki kızın biriyle kesişirim, ortam romantik olsun’ düşüncesiyle üst kattaki açık alana çıkar. Ancak burada kendisini hayalini kurduğu sarışın değil, Balkanlardan ve denizin buz gibi sularından gelen soğuk hava dalgası karşılar. Yarım saat boyunca böğrüne böğrüne yediği rüzgar, kısmi felç geçirmesine neden olsa da, birazdan gideceği mutlu, sevgi yumağı ortamı düşünüp bunu görmezden gelir.

Vapurdan indiğinde elindeki adrese bir daha bakan Tyler:

“Mühürdar Caddesi… hatırlıyorum ben burayı.” diyerek minibüslerin sahile indiği caddeden yukarı doğru çıkmaya başlar. Bir yandan da ‘sol taraftaydı galiba’ diye sayıklamaktadır. Oysa unuttuğu bir nokta vardır ki; Tyler Kadıköy’de gezmeyeli 7 yıldan fazla olmuştur. Vapurda geçirdiği kısmi felç, beyninin ‘adres sorma’ bölgesinde kısa devre yaptığından mütevellit, Tyler’ın bahtsız bedevi misali yolculuğu Boğaz Köprüsü’nün direklerini görene kadar devam eder.

“Lan yanlış mı geldik acaba?” şeklinde bir iç hesaplaşmaya girişmesi ve köprünün direklerine baktıkça tuhaf hislere kapılması, tam da bu ana denk gelmektedir. Bir süre Boğaz Köprüsüyle bakıştıktan sonra; beynindeki kısa devre ve gözlerinin önüne belirli aralıklarla gelen mavi ekran etkisini yitirince, köprüdeki görevli memurlardan birine Mühürdar Caddesi’ni sorar.

“Kadıköy’de o, sahilden çıkarken sağ tarafta.” yanıtıyla birlikte titrer ve kendine gelir. En yakın taksiye atlayıp başladığı noktaya geri döner ve bu sefer sağ taraftan yoluna devam eder. Ofisin olduğu binaya yaklaştığında, pastanenin birinden öfkeyle çıkan iri yarı bir adamı fark eder. Adam, elindeki poşeti ‘utanmıyorsunuz değil mi millete bozuk tatlı satmaya!’ diye bağırarak yere atar. Kalabalık dağıldıktan ve ortam sakinleştikten sonra Tyler, yerdeki poşeti –sadece meraktan- alır ve içine bakar. Adını bilmediği bir tatlıdan bir kiloya yakın bir miktar vardır paketlenmiş halde.

“Oh be sonunda şans yüzüme gülmeye başladı galiba.” diyerek poşeti yanına alır.

Ofise ulaştığında, kapının önündeki tabela, bir an dikkatini çeker. ‘Neden Murat abinin yerine Mine ablanın ismi yazıyor acaba kapıda’ diye bir an düşünür, ancak kapıyı tıkladığında içeriden gelen ayak sesleriyle irkilir.

Kapıyı, DOOM tişörtünden Murat Oktay olduğunu tahmin ettiği, otuzlu yaşlarında, kendi boyuna yakın, güleryüzlü fakat yılların yorgunluğunu ve acılarını bakışlarında saklayan biri açar. Tyler’la tokalaşırken nazik bir ‘hoş geldin’ der. Murat Oktay kapıdan çekilince, Tyler’a içeriyi görme ve hatta bizzat içeriye girme fırsatı doğar. Gördüğü manzarayla şoka giren Tyler, içeride iki yazar olmasına rağmen kapıyı neden patronun açtığını sorgulamayı unutmuştur bile.