1/4

Oyunlardaki Unutulmayan Yoldaşlarımız

Erman Demirci 9.07.2010 - 17:41
Onlar olmasa ne yapardık?..

Yeteri kadar oyun oynarsanız artık değişik şeyler düşünmeye başlıyorsunuz. Oyunların size düşündürmeye çalıştığı şeylerden değil, oyunların yerine sizin düşünmeniz gereken şeylerden bahsediyorum. Örneğin; oyunlar yalnız ve güçlü mü hissettirmeli? Yoksa tam tersine toplumun bir parçası, takımın bir öğesi gibi mi göstertmeli kendimizi bize? Cevap basit, oyunun ana amacı böyle felsefi bir durum yerine daha basit bir mantığı olmalı: Eğlendirmeli. Soruyu değiştirelim; oyun oynarken tek başımıza hissederek mi daha çok zevk alırız, eğleniriz? Yoksa takım oyunu tarzı bir havayla oynayarak mı?
 
 Bu sefer de soru çok öznel oldu. Fakat kısaca bir göz gezdirdim de geçmişime, genelde en epik ve en kaliteli oyunlar farklı ve güçlü kişiliklerin zenginliğinden doğuyor. Oyun çok güzelse bunun nedeni ya çok kaliteli ve sürekli sizi esir eden bir düşmanın/rakibin varlığından, beraberinde getirdiği rekabetten, kısacası karakter etkileşimlerinden doğuyor. Hayran olduğumuz durumlar genelde yaratılan karakterin bizden daha gerçek olmasından kaynaklanıyor. Öyleyse bu karakterlerin bizimle beraber aynı yolda yürüyenlerini bir kenara ayırıp ifadelerini alsak, fena olmaz mı?
 
 Listedeki sıralamayı kötüden iyiye doğru ya da güçsüzden güçlüye doğru gibi kavramlarla düşünmemeye çalışın. Burada yaptığımız şey, yeniden zevk almak için eskiyi unutmamak, yeniyi güzelleştirmek için eskinin aromasından bir parça ilave etmektir.
 
 Bu kadar konuştuktan sonra eski topraklardan söze başlamasaydım kafama taş yağardı, bu yüzden on numaradaki ak sakallı dedemiz şu an için en uygun start çizgimiz. Saygı duruşumuz başlasın.
 
10 - Deckard Cain (Diablo):

Diablo 2 öyle bir zamanda gelmişti ki profesyonel oyunculuk yeni yeni kıpırdanıyordu. Arcade oyunların tavan yaptığı zamanlardı, önümüze geleni vuruyor soru sormuyorduk. Biraz da bu yüzdendir ki çoğumuz (şükür ben değil) hikâyenin bir satırını bile okumadan veya neyi ne için yaptığımız hakkında en ufak fikrimiz olmadan oyunları bitirirdik. Decard Cain de bundan nasibini almıştı biraz. İlk şehirdeki Cain'i kurtarma görevini yapmadan ikinci şehre geçmiş arkadaşlarım vardı. İkinci şehirde "oley silah ve zırhları bedavaya "identify"layan adam var burada" diye gezmelerine tanık olmuş, gülmekten kendimi alamamıştım. Ama ne olursa olsun o Decard Kain'di. Her zaman yanınızdaydı, akıl hocanızdı. Bir de anlamadığım bir şekilde ben ne zaman bir yere gitsem (ki yolculuk ya karavanla ya gemiyleydi ve hepsi en az 1 ay sürüyordu) benden önce orada olurdu. Onu çözememiştim bir türlü. Belki önceden oyunu bitirip tüm waypoint'leri açmıştır. Olabilir.
 
9 - Gus McPherson (Still Life - Post Mortem):

Microids gibi zamanında macera oyunları diye tabir ettiğimiz “advanture”ın dibine vurmuş bir firmanın şimdiye kadarki tüm oyunlarını oynadım. Eğer siz de yukarıdaki yazdığım iki oyunu oynama şerefine erişmişseniz Gus'ı tanırsınız. Still-Life çok güzel bir oyundu gerçekten. Tam o geçiş döneminde oyun çeşitliliğini zenginleştirmişti ve orijinal hikâyesi, iki boyutlu harika grafikleri, karanlık atmosferi ve parmak ısırtan bulmacaları ile ufkumuzu genişletmişti (Ben macera oyunlarının ağır hayranlarındanımdır. O yüzden bu yazdıklarım size biraz taraflı gelebilir). Benzetmeleri kullanarak yaptığımız yemek bulmacası veya tablo bulmacaları oynayanların hala aklının bir köşesinde saklıdır.

Peki, bu güzel oyunun yoldaşı kimdi? Tabii ki ana karakterimizin amcası olan Gus McPherson. Still Life'ta ana karakterimiz bir cinayet davasını incelerken, Noel’i geçirdiği babasının evinin çatı katında bulduğu günlüğü okur ve büyükbabasının 50 sene önce incelediği davaya çok benzediğini fark eder. Buradan itibaren de ara sıra Gus ile oynarız (ki kendisi Post Mortem adlı oyunun ana karakteridir). Düşünsenize, cinayet masasındaki bir polis dedektifi için yol gösteren konumundaki kader ortağı, 50 sene önce yaşamış dedesinin tozlu hatıraları. Tadından yenmemişti zamanında. Oynamamış olanlar için hala geç değil.