Şov devam etmeli! Yine yeniden tarih sahnesindeyiz Heyecansızlıktan bahsettim ya size, bunun önemli sebeplerinden birisi de seçilen şehir ve hikâye konseptleri olmuştu. Hatta iddia ediyorum koca bir oyunun İstanbul’da geçmesi bile çok yanlış bir karardı. Şimdi kaşlarınız kalktı, nasıl laf edersin diye ama durun arkadaşlar, önce dinleyin.
AC: Revelations ve AC: III ve hatta AC: IV’ ün geçtiği ortamlar serinin ruhuna aykırı bir yapıdaydı. Biz koca binaların üzerinde cirit atmaya alışmışken, Revelations ile tabanvaya hapsolduk. Bunda İstanbul’un suçu yok aslında, sonuçta o dönem şehrin bina yapısı 2-3 katlı olunca yukarıda veya aşağıda olmanın birbirinden pek farkı olmuyordu. Brotherhood oynarken ben ayaklarımın yere değdiğini bile hatırlamıyorum. Aynı sorun serinin diğer devam oyunlarında da sürünce artık Ubisoft’un bu işe bir el atması lazım diye düşünmeye başlamıştım.
Ayrıca burada ufaktan dönemsel temalara değinmek gerekiyor. Ne AC: III’ ün ne AC: IV’ ün dönemleri yeterince ilgi çekici değildi. Yani kimse kusura bakmasın ama ben Amerika’nın bağımsızlık öyküsünü o kadar da merak etmiyorum. Hem benim gibi kişilere çok uzak bir kültüre ait, hem de çok kötü işlenmiş bir hikâyeydi. Black Flag’in teması ilgi çekiciydi ama onda da konuyu resmen
Assassin/Templar savaşına çekebilmek için kendilerini kastılar. Keşke Black Flag bir Assassin’s Creed oyunu olarak değil, bambaşka bir oyun olarak hazırlansaymış diyorum hala. İnanın çok daha başarılı olurdu.
Eleştirilerim ışığında yeni oyun için olumsuz fikirlere sahip olduğumu düşünebilirsiniz, ama değil. İnanılmaz heyecanlıyım. Çünkü hem mekân hem konsept olarak belki de serinin en sağlam oyunu geliyor olabilir.
...Paris, 1789... Eğer bu şehir ve tarih sizi heyecanlandırmadıysa ya tarihe merakınız yok ya da ortaokul ve lisede tarih derslerinde rapor aldınız.
Özgürlük, bağımsızlık, demokrasi... Kavramların gerçekten anlam bulduğu yıllardayız bu sefer. Halkın kendine ait olanları almak için savaştığı bir dönemdeyiz.
Fransız İhtilalı, Fransız Devrimi… Uzun zaman sonra ilk kez Assassin’s Creed’de gerçek bir amacın, kutsal bir ideolojinin peşinden gidiyoruz.
Dönem ve karakterlerin zirve yaptığı oyunlara baktığımızda karşımıza tek bir isim çıkıyor.
Ezio Auditore da Firenze. Floransalı bir genç adam bizi 3 oyun boyunca oradan oraya sürükledi.
Ezio’nun bu kadar sevilmesinin altında yatan sebepleri eşelediğimizde ortaya çıkan sonuç yüksek düzeyde empati oluyor. Empati inanılmaz önemlidir arkadaşlar. Sevdiğiniz tüm oyun karakterlerini bu yüzden seversiniz. Çünkü onları anlarsınız. Yaşadıklarının bir parçası da sizinle gezer. Onun duygularından, sevinçlerinden ve yaşadıklarından kendinize bir pay çıkartırsınız. Ezio böyleydi işte. Onunla tam manasıyla tüm hayatı boyunca beraberdir.
Kollarını oynatmaya, tekme atmaya çalıştı ilk bebek halinden, mentorluğa yükseldiği olgun haline kadar… Ağzından dökülen her söz bizim için önemliydi. Bu yüzden o son anda
“Bir ömür için yeterince gördüm.” dediğinde gerçekten de yılların yorgunluğunu onunla beraber biz de omuzlarımızda hissettik. Her İtalyanca küfürler ettiğinde, agresifleştiğinde onunla aynı kızgınlığı paylaştık. Belki de Altair’e bile onun duyduğu büyük saygı sayesinde biz de saygı duyduk.
Yeni oyunlarda
Haytham hariç herhangi bir karakterin Ezio’nun tırnağı bile olamadığını varsayarsak, AC: Unity ile bunun devam edeceğini düşünebiliriz. İşte bu noktada Fransız ihtilalı devreye giriyor. Çünkü dönem nedeniyle yine gerçek sebepleri olan suikastçılarla tanışacağız. Fransa’nın bunalımını kendi zihinlerinde, benliklerinde yaşayan dört ruhun içinde olacağız. Dört farklı oynanış mekaniğine sahip olacağı söylenen yeni suikastçılarımızda ben ciddi bir üç silahşorlar havası sezinledim. Ucundan bile üç silahşorlere dokundurursalar benim gibi hayranlar mest olacaktır.