Gün bittiğinde gölgeler yol alır
Zor da olsa gözlerini açtığında, fark ettiği tek gerçeklik, hiçbir şeyin bildiği gibi olmadığı idi. Vücudunu kaplayan derinin, hatta organlarının bile olmadığını anladığında paniğe kapılması gerekiyordu. Ama bunların hiçbirini hissetmiyordu. Zihni ve vücudu anlayamadığı bir güç tarafından yönlendiriliyordu. Daha önce çizgi romanlarda gördüğü iskelet adamlar gibi olmuştu. Anlam veremiyordu olanlara. Ufak ufak zihninde canlanan görüntüler neler olduğunu hatırlatır gibiydi.
…Alevlerin içinde kalmıştı. Ama kızıl değillerdi. Hatta yakmayıp, donduruyorlardı…
Elinde nereden geldiğini bilmediği bir kılıçla karşıda duran köye doğru ilerlerken ne yapması gerektiğini biliyordu. Ama bu fikrin zihnine bu şekilde nasıl kazındığı hakkında en ufak bir düşüncesi yoktu.
…Korkunç çığlığı duyduğu anda yere yığılmıştı bile…
Adımları aksaktı. Zorla ilerliyordu ama köyde evlerin alev alıp yanmaya başladığını hissettiği anda yalnız olmadığını anladı. Kendi gibi yüzlerce, binlerce iskeletle birlikte ilerliyordu.
Diablo serisinin ilk oyunu Kasım 96’da çıktığında, tüm listeleri alt üst etmiş, Blizzard’ı sağır sultanlara bile duyurmuştu. Uzun yıllarca Tristram’ım altında, yaratıkları öldürmekle uğraştık. Türe getirdiği yeniliklerin ardından oyunlar artık RPG ya da Hack’N Slash olarak değil, “Diablo” türü olarak adlandırılıyordu. Zaman içinde gitgide bir fenomen haline gelen oyunun yarattığı ekonomi ve tecrübe birikimi, başta WOW olmak üzere bugün oynadığımız birçok yapıma yol gösterici oldu. Sadece yapımcılara değil, benim gibi (Murat Oktay) birçok oyun severe izometrik kavramının ne olduğunu öğretti. Biri sorduğunda ise açıklaması çok kolaydı; “Diablo gibi görünen” dediğimiz anda herkes anlıyordu.
Diablo, Terörün Lordu ve şeytanların en güçlüsü. Horadrim adı verilen bir büyücüler topluluğu tarafından yakalanmış ve Soulstone (Ruh Taşı) adı verilen taşın içine hapsedilmişti. Tristram şehrindeki katedralin altındaki derin mağaralara gömülen Diablo’nun Ruh Taşı yıllar geçtikçe unutulmuş ve nesiller boyunca tarihten efsaneye, efsaneden de masala dönüşmüştü. Diablo’nun mahkumiyetinin sonsuza kadar süreceği düşünülürken, geçen yüzyıllar boyunca Ruh Taşının gücü azalmış ve Terörün Lordu hapsedilmiş olduğu halde gücünü kullanmaya başlamıştı. İlk iş olarak Tristram şehrinin Başpiskoposu Lazarus’u etkisi altına alarak onu bir piyon olarak kullanmaya başladı. Ruh Taşının içinden kurtulabilmesi için başka bir bedene ihtiyaç duyan Diablo bu amaçla Lazarus’u kullanarak şehrin yöneticisi Kral Leoric’i kontrolu altına almaya çalıştı. Fakat yeteri kadar güçlü olmadığı için bunu başaramadı. Bu fikirden vazgeçen Diablo, kendine yeni beden olarak Leoric’in oğlu Prens Albrecht’i seçti ve Lazarus’a onu kaçırmasını emretti. Prensin ruhuna çok yoğun bir şekilde korku ve dehşet aşılayan Diablo, böylece cehennem ile dünya arasındaki sınırı zayıflatarak bazı şeytanların yeryüzüne geçmesini sağladı. Tristram’ın altında şeytani varlıklar yavaş yavaş yerleşmeye başlarken, Diablo da sabırla saldırmak için en uygun anı beklemeye başladı.
Kara Gezgin’in yolculuğu
Terörün Lordu'nun ruhunu kendi ruhunun içinde hapsedilmek herkesin yapabileceği bir şey değildi, onun bedenini yok edebilen birisi için bile.
Diablo’nun bedeninin ortadan kaldırılmasından sonra Tristram’da hiçbir şey eskisi gibi olmadı. İsimsiz kahraman şehri terk edip bilinmez bir yolculuğa çıktı. Gittiği her yerde ardında korku ve dehşet bırakan isimsiz kahraman veya artık herkesin ona koyduğu ad olan Dark Wanderer’ın (Kara Gezgin) amacının ne olduğu kısa bir süre sonra ortaya çıktı.
Lut Gholein şehrine gelen Kara Gezgin artık iyice Diablo’nun kontrolü altına girmişti. İçinde kalan insanlığını giderek kaybeden gezgin, bu şehre eski bir Horadrim büyücüsü olan Tal Rasha’nın ruhuna hapsedilmiş olan, Yıkımın Lordu Baal’ı serbest bırakmaya gelmişti. Bu hedefini gerçekleştirmek üzereyken Baş Melek Tyrael onu engellemeye çalışsa da yolculuğu boyunca Kara Gezgin’i takip eden Marius adlı evsiz, bir anlık gaflette bulunarak Baal’ın Ruh Taşını, Tal Rasha’nın bedeninden çıkartıp Baal’ı serbest bıraktı. Tyrael, Marius’u yakalayarak yaptığının karşılığı olarak Kurast şehrine gitmesini ve orada bulunan cehenneme açılan kapıdan geçerek, Baal’ın Ruh Taşını yok etmesi gerektiğini söyledi.
Yıkımın Lordu
Marius'un hatası, içinde bulunduğu dehşet verici korku ile birleşince tüm dünyaların dengesini alt üst edecekti.
Uzun süren arayışından sonra Yıkımın Lordu Baal, bir hapishanede saklanmakta olan Marius’u bulmuştu. Tyrael’in kılığına girip Marius’tan Ruh Taşını alan Baal, Arreat Dağı’nın eteklerindeki Barbar şehri Harrogath’ı kuşatma altına aldı. Amacı dünya ile cehennem arasındaki sınırı koruyan ve tüm Ruh Taşları’nın gücünün kaynağı olan Worldstone’u ele geçirmekti. Diablo ve Mephisto’yu yok eden kahramanımız son şeytanı da ortadan kaldırmak için Harrogath’a geldi. Worldstone’u ele geçirmek üzere olan Baal’ı, kahraman, son anda engellemeyi başardı. Tyrael, Worldstone’u yok etmek zorundaydı, çünkü Baal tarafından lekelenen taşın tüm dengeleri bozacağından korkuyordu. Tyrael, doğru bir tercih yaptığını sanmıştı.
Cennet sarsılacak
Asıl Şeytanlar’ın yok edilmesinin üzerinden yirmi sene geçmiş, dünyaya yayılan dehşet, nefret ve yıkımın etkileri yavaş yavaş geçmeye başlamıştı. Deckard Cain, Tristram’ın şehrinin yıkıntılarına geri döndüğünde, Diablo’nun dünyaya ilk adımını attığı noktaya gökyüzünden bir yıldızın düşüşüne şahit oldu. Şeytani güçler taşıyan bu yıldız dünyaya yeniden yayılacak olan terör, nefret ve yıkımın habercisiydi.
Blizzard’ın eski oyunlarına olan sadakati, Diablo III için de geçerli. Zira yayınlanan videoyu izlediğimizde, seriye devam oyunu geliştirirken, Blizzard’ın oynanışı eski yapım ile büyük oranda aynı tutmayı başardığını gördük. Hack’n Slash türündeki seride, izometrik kamera açısıyla ilerliyoruz ve önümüze çıkan sayısız yaratığı, karakterimizin özel güçleri yardımıyla elimine ediyoruz. RPG’yi Hack’n Slash ile buluşturan seri, bir nevi oluşan yeni türün de mimarı oldu. Kendine has atmosferi ve oyun dinamikleri ile rakiplerinden kolaylıkla sıyrılan seri, üçüncü oyun ile bir adım daha geleceğe taşınıyor. Havok fizik motoruyla güçlendirilen yapımda, sadece çevredeki objelerin değil, yapıların da hasar almasına olanak tanınıyor. Bunu yaparken amaç, oyunu daha gerçekçi bir hale getirmek olsa da, WarCraft 3’ten bu yana Blizzard’ın kullandığı karikatürize karakter modellemeleri, Diablo III’te de kullanılıyor. Ayrıca basit tasarlanan arayüz, hem serinin müdavimleri için sevindirici, hem de Diablo serüvenine yeni katılacaklar için de bir hayli iştah kabartıcı. Oynanış açısından Co-Op’a ağırlık verildiği belirtilen Diablo III’te, ikisi açıklanan (Barbarian ve Witch Doctor) toplamda beş karakter olması planlanıyor. Sınıfların kendine özgü item’ları olacağı açıklanan oyunda, önceki Diablo’larda gördüğümüz boss’lardan çok daha büyükleriyle karşılaşacağız.
KARAKTERLER:
Diablo III ile ilgili bilgiler üstümüze üstümüze yağarken, en çok merak edilen konu yani hangi sınıfların bulunacağı da yavaş yavaş açıklanmaya başladı. Şu ana kadar iki karakter açıklanmış olsa da toplamda beş farklı sınıfın bulunacağı belirtildi. Elbette Blizzard bu, daha sonra yeni karakterler de ekleyebilir ama şimdilik resmi rakam beş karakterin olacağı yönünde. Önceki oyunlara nazaran bu kez her ırkın kadın erkek olmak üzere iki farklı modeli bulunacak. Güç olarak aralarında bir fark olacak mı belli değil ama görünüşleri farklı elbette. Resmen açıklanan ve basına özel tanıtımda gösterilen karakterler “Barbarian” ve “Witch Doctor”. Diğerleri hakkında kesin bilgi olmasa da büyük ihtimalle büyücü ve doğa güçlerini kullanan karakter gibi yeni tipler de karşımıza çıkabilir.
BARBARIAN
Aslında son derece asil bir tarihe sahip olan barbar ırkı, tarih boyunca yanlış anlaşılmanın çilesini çekmiş. Onlara kan içici canavarlar olarak bakan diğer ırklar, ne kadar kadim ve ne kadar iyilik savaşçısı olduklarını asla anlayamamış. Kainatın yine kötülükle kaplandığını duyar duymaz harekete geçen barbarlar, haklarında ne söylenirse söylensin, dünyayı kurtarmak için canları pahasına savaşmaya ant içmiş. Ne pahasına olursa olsun Arreat Dağı’nı korumaya yemin eden bu savaşçılar ölseler dahi ırkları adına çok yüce bir iş yaptıklarını düşündüklerinden özgür bir ruh olarak dünyada yaşamaya devam edeceklerine inanıyorlar.
WITCH DOCTOR
Tam bir efsane olan Witch Doctor ırkı, savaşın gidişatını derinden değiştiren bir topluluk. Düşmanlarının aklını karıştırmayı becerebilen ve hazırladığı iksirler ile patlama, zehir gibi yan etkiler de yaratabilen bu ırk son derece ölümcül sonuçlar yaratabiliyor. Üstelik Witch Doctor’lar bununla da kalmayıp ölüleri canlandırabiliyor ve ete kemiğe bürünmelerini sağlayabiliyor. Efsanevi tanrılarına karşı asla saygıda kusur etmeyen bu ırk, gerektiğinde kendi insanlarını tanrıları için kurban etmeyi seviyor. Onlar için ölüm tanrıya bir adım daha yaklaşmak olarak tanımlandığından, kendini feda etmek son derece kutsal bir hal alıyor. Ormanda yaşayan ve ormanın güçlerini iyi kullanmayı bilen bu ırk, kendini feda etme konusundaki niyetini de gerisinde bıraktığı heykellerle de belli ediyor.
Sanctuary, Diablo serisinin geçtiği ana dünya. Diablo 3’te Sanctuary’de daha evvel bulunduğumuz ve yeni gideceğimiz bazı yerler var. Bunlardan şimdilik bilinenler Caldeum, Tristram ve Tristram Katedrali.
“Tristram, bir zamanlar gezginlerin ve maceraperestlerin ziyaret ettiği bir yerdi. Ancak Diablo’nun yıkımından sonra bir daha eski günlerine geri dönemedi.”
Tristram, Diablo 2’de ziyaret ettiğimiz Lut Gholein’nin ve büyük çöl Aranoch’un batısında bulunuyor. Aslında Tristram, ilk Diablo’da bizim tek durağımızdı. Görevleri alır, silah, zırh, iksir alım satımı yapardık. İyileştirici Pepin, Gillian, Ogden, Blacksmith Griswold, Cadı Adria, Farnham, Deckard Cain, pahalı ama değerli eşyalar satan takma bacağı olan çocuk Wirt vardı. Diablo’yu öldürdüğümüzde Tristram’ın şeytani beladan kurtardığımızı sanıyorduk. Diablo 2’de Tristram’a yeniden geri döndük. Açtığımız Gate’ten girip, kendimizi Tristram’da bulmuştuk. Ama bu sefer bıraktığımız şekilde değildi. Yanmış yıkılmış bir haldeydi. Şamanlar, iskelet savaşçılar, Goat’lar etrafta cirit atıyordu. Canlı kimseyi bırakmamışlar, kasabayı mahvetmişlerdi. Görevimiz Deckard Cain’i kurtarmaktı. Bir zamanlar bize yardım eden Griswold bir zombi olmuştu. Artık düşmanımızdı, duygusallığa yer bırakmadan onu öldürmek zorunda kaldık. Wirt’un cesediyle karşılaşmıştık. Cesedine tıkladığımız zaman üstünden altınlar ve takma bacağı çıkmıştı (Takma bacak Diablo 2’de gizli inek bölümünün anahtarı). Cain’i kurtardıktan sonra Tristram’ı terk etmiştik.
Bir zamanların göz bebekleri artık düştüler
Blizzard, Diablo 3’te tekrar Tristram’a geri döneceğimizi belirtiyor. Tristram’ın ne zaman kurulduğu belli değil. Artık eskisi gibi ziyaretçileri yok. Maceraperestler ve gezginler gelmiyor. Şuanda Tristram’da birkaç kulübe ve han bulunuyor. Han Tristram’ın en önemli binası. Tristram’ı ziyaretimizde gideceğimiz bir yer var ki, Diablo 3’teki maceramızda bulunacağımız zindanların başında yer alıyor, yani “Tristram Katedrali”. Katedral aslında 912 yılı civarlarında Horadric Manastırı olarak inşa edilmiş, ancak sonradan Zakarum Katedrali’ne çevrilmiş. Hikayeye göre Diablo’nun hapsolduğu yere inşaat ediliyor. Katedral şeytani güçlere ev sahipliği yapan bir yer. Gotik bir mimariye sahip katedral karanlık ve ürkütücü bir atmosfer sunuyor. Katedral içi harap olmuş bir halde. Karanlık odalarda dolaşıp, yıkılmış köprülerden geçeceğiz. Göğüs göğse çarpışmalarda yeri geldiğinde duvarlar yıkılabilecek. Diablo 3’te birçok iblisle burada savaşacağız. Karşımıza Boss tabiri edilen kuvvetli şeytanlar çıkacak. Oyunda maceramızın bir bölümünü bir o kadar karanlık ama heyecanlı olan bu yerde yaşayacağız.