Bölümleri bazen geçebiliyor, bazen adamların ne dediğini anlamıyor ve akabinde tam çözüme bakıyordum. Oyunun başlarını oldukça yavaş geçmekteydim. Ancak oynadıkça açılıyordum. Ta ki o kılıç dövüşlerine kadar…
O küçük çocuk olayın farkına varamamış, rastgele çıkan konuşma seçeneklerine basıyordu. Yağ, koku, fare üzerinde kirle birleşen cips tozunun hamursal kiri ortamı iğrenç bir hale sokmuştu ve ben 2. günün sonunda kendimi yatağa atıyordum.
Sabah benim için yeni bir günün başlangıcı değil, oyunu save ettiğim yerden devam etme vaktiydi. “Annneaaa tost yapar mısıaaan?” cümlesini söylerken bile bilgisayarın başında bekliyordum. Hayır, asosyal bir çocuk değildim. Dışarı çıkar arkadaşlarımla bol bol top oynar, bisiklete binerdim. Ancak kafaya takmıştım, Curse of Monkey Island bitmeliydi. Aynı peynirli/soğanlı Pringles’larımın olduğu gibi.
O gün kılıç dövüşünde hangi cümleye ne karşılık verileceğini tam çözümden bakarak zor da olsa sonuca ulaşmıştım. Ancak henüz her şey bitmiş değildi. Sadece tuvalet ihtiyacımı gidermek için PC’nin başından kalkıyor, ardından gerisin geri o iğrenç, rahatsız sandalyeye oturuyordum.
Bu durum 3 gün daha böyle devam etti. Nihayet oyunu bitirmiştim. Ancak oyun oynamak için dışarı çıktığımda, gözlerimin güneşe alışması vakit almıştı.
Carmageddon anılarıÇok sevdiğim bir çocukluk arkadaşım var. Cenk. Kendisiyle uzun süredir görüşemiyoruz. Ancak şimdi anlatacağım kısım hem onunla, hem de efsanevi bir yarış ya da katliam oyunuyla ilgili: Carmageddon.
Cenk bir aile dostumuzun oğlu. Küçüklükten beri genel olarak ilgi alanlarımız örtüşür. Tabi en önemli örtüşen ilgi alanımız da “atari oyunları” olmuştur. NES’te The Flintstones oynarken toplamda 88 hakka ulaşıp, son boss’u öldüremediğimizi ve hakkımızı tamamen tükettiğimizi bile hatırlıyorum. Sega Mega Drive’ın vaktinin geçtiği bir dönemde biz sanki altın hazinesi bulmuşuz gibi Mega Drive’da Road Rash bile oynamıştık. Ancak tüm bunların yanında Cenk’le yaşadığım en garip oyun hikayesi Carmageddon’dır.