1/6

Tarihin ilk suikastçıları

Tulga DayanTürk 17.12.2011 - 17:18
Haşhaşiler ve Assasin’s Creed bütünlüğü
Suikastçı kelimesi her zaman için dünyanın irkilmesine sebep olmuş bir kelimedir. Tarihe mal olmuş önemli insanların kelle avcıları olan bu kişiler genellikle isimsiz birer hayalet biçiminde aramızda dolaşırlar ve kendilerine sunulan bir sonraki avlarını beklerler.

Çok uzun zamandır süre gelen bu meslek Haçlı Seferleri’nin başka bir kara meyvesi olarak da kabul edilebilir. Orta çağdan daha öncesinde de bazı önemli şahıslar sessizce ortadan kaldırılmış olsa da bunun organize bir hale gelmesi farklı bir çağa girişin göstergesi olmuştur.

Bu makalemizde sizlere suikastçıların geçmişleri hakkında bilgiler, nasıl kuruldukları nasıl güçlendiklerini anlatmaya çalışacağız. Bunun yanında onların dostlarını düşmanlarını ve yine tıpkı Haşhaşiler gibi dünyanın kaderini değiştirebilecek güce sahip Tapınak Şövalyeleri ve Vatikan’ı da işin içine katacağız. Elbette bütün bunları bir bir Assassin’s Creed serisiyle ilişkilendireceğiz.

Sahnedeki en güzel suikastçı
2006 yılındaki E3 fuarında Ubisoft belki de büyük bir risk ile yeni bir oyun tanıtımı gerçekleştirdi ve dünya ilk defa Altair ve Assassin’s Creed ile tanıştı. İlk başlarda her ne kadar fuarda pek çok ödül kazanmış ve güzel eleştiriler almış olsa da insanlar bunun pek fark yaratmayacak bir oyun olduğunu düşünüyorlardı.

Fakat özellikle Jade Raymond’ın büyük katkısı ile oyunun talihi kısa zamanda dönüverdi ve Assassin’s Creed çok büyük kitlelerce sevilerek oynanmaya başladı. 2007’de çıkan ilk oyunun ardından 2009’da gelen Assasin’s Creed II ve sonrasındaki Brotherhood için bu sevgi ve ilgi katlanarak devam etti.

Şimdi takvimler 2011’i gösterirken sıradaki AC oyununu Revelations’ı merakla bekledik ve sonunda kavuştuk. Özellikle Türk oyuncular için ayrı bir öneme sahip olan bu yeni oyunun İstanbul’da geçmesi de cabası. Hem de 1500’lü yıllardaki İstanbul’a büyük derecede benzer bir İstanbul. Hal böyle olunca ister istemez bu oyun hakkında ne kadar yazsak yeterli olmuyor.

Tarihin ilk suikastçıları
Ancak burada sizinle AC: Revelations’ı tartışmayacağız. Oyunu sevdiniz ya da sevmediniz orası ayrı bir konu ama serinin kendisi büyük bir kitlenin hayranlığını topladığı kesin. İşte bundan dolayı bu sefer farklı bir şeyler yapalım dedik ve tarihle kurguyu birleştirerek Assassin’s Creed hikayesinin nereden çıktığı, hangi gerçeklere oturtulduğu ve neden bu kadar sarıcı olduğunu biraz eşeleyelim istedik.

Bir mezhebin doğuşu
Öncelikle artık herkes Assassin’s Creed’in, en azından fikir olarak doğuş noktasını biliyor. Dünyanın ilk suikastçılarının yetiştiği Haşhaşiler adlı bir örgütün üyeleri olan bu insanlar belki de dünyanın kaderini sonsuza dek değiştirecek işlere imza atmışlardır.

Tarihin en eski sayfalarından beridir adları geçen bu örgüt kısa zamanda güç kazanmış ve dünya politikasında önemli bir yere sahip olacak kadar büyük mevkilere gelmişti. Peki, ama Haşhaşi’lerin amaçları neydi? Ne uğruna savaşıyorlardı? Esas düşmanları kimdi? Ve en önemlisi nasıl bu kadar başarılı olabiliyorlardı?

Kısaca anlatmak gerekirse Haşhaşi’ler esasında Nizari İsmail’lerinin bir birliğiydiler. Özellikle Suriye ve İran bölgesinde hüküm süren bu güç 1092 ile 1265 yılları arasında var olmuştur. Elbette bu sadece resmi kayıtlarda yer alan bilgi. Batılılar onlar için  “ Tarihin İlk Teröristleri “ ve  “ Tarihin İlk Suikastçıları”  ifadelerini kullanmışlardır.  Bu ifadelerin dışında birçok isimle de anılmışlardır. Demin de bahsettiğimiz gibi Haşhaşiler Tarikatı’nın doğuşu İran’da başlar oradan Suriye ve Lübnan’a kadar uzar.

İşte ilk Assassin’s Creed oyununda bizlere eşlik eden Altaïr ibn-La'Ahad da bu örgüte ya da en azından bu örgütten esinlenerek ortaya çıkmış bir kurgusal örgüte bağlı bir savaşçıdır. Altair diğer fedailerin aksine biraz daha başına buyruk, daha asi ve daha hissiz bir kişiliğe sahiptir. Zaten oyunun en başında başarısızlığa uğradığı görevden sonra efendisi Al Mualim’e yaptığı açıklama da bunu göstermektedir.

Assassin’s Creed, Üçüncü Haçlı Seferi zamanında yani 1191 yılında geçer. Bu da oyunun Haşhaşiler’in kuruluşundan 100 sene sonrasında geçtiğini gösterir bizlere. 
2/6
Baba, oğul ve para adına
Haçlı Seferleri görünüşte İsa’nın doğup büyüdüğü toprakları Müslüman egemenliğinden kurtarıp Hristiyanlara bahşetmek iken esas amacı tamamen maddi yöndedir.

Nitekim Avrupa gittikçe fakirleşmeye başlarken doğu refah açısından daha da zenginleşmiştir. Özellikle Orta Doğu ve Hindistan’ın doğal zenginlikleri Batı’nın gözünü kamaştırarak en sonunda kör eder ve gözü görmez bir halde saldırmaya başlar. Bu zenginlikler göz ardı edilmeyecek kadar büyüktürler. Sultan Süleyman’ın hazinesi, İsa’ya ait olduğu söylenen kutsal eşyalar, elmaslar, zümrütler, vs.

Altair ile başladığımız hikaye de Sultan Süleyman’ın hazinesinden yola çıkarak hazırlanmış. Oyunun başında Altair ve iki suikastçı Hazreti Süleyman’ın tapınağına girerek Piece of Eden (Cennet parçası) adlı kutsal bir nesneyi ararlar. Haçlı kumandanlarından Robert de Sable ile karşılaşan üçlü, başarısızlığa uğrar. Altair sonrasında Masyaf kalesine dönerek Al Muallim’ e olanları anlatır. Ancak daha sonra diğer suikastçılardan birisi geri dönüp bütün olanları kendi tarafından anlatır ve Al Muallim, Altair’i kurallara uymadığı gerekçesi ile cezalandırır. Bundan sonrasını zaten sizler de biliyorsunuz.

Katı şekilde koyulmuş bu kuralların çok ciddi sonuçları vardı örgüt içinde. Özellikle kardeşlerini gereksiz yere tehlikeye atmak ve masum insanları öldürmek büyük suç sayılıyordu. Bütün bunlar kardeşliği sağlam temeller üzerine kurmak amacıyla koyulmuştu ve 100 senedir de en katı şekilde uygulanıyordu. Şimdi gelin bu kuralları ortaya çıkartan ve Haşhaşinler’in kurucusu olan Hasan Sabbah’a bir bakalım.

Ölümün ilk elçisi; Hasan Sabbah
Hasan Sabbah bir Nizari İsmailisidir. Haşhaşileri bir anlamda ortaya çıkartan,  onların ilk ve en büyük liderleri olmuştur. Tarihi net olmamakla birlikte 1034 yılında İran’ın Kum şehrinde dünyaya gelmiş ardından ailesi ile birlikte Rayy (günümüz Tahran) şehrine taşınmıştır.

Zamanın ve bölgenin en iyi okullarında eğitim gören Sabbah bu süre boyunca falcılık, dil, felsefe, astronomi ve geometri ağırlıklı olmak üzere matematik alanında ustalaşmıştır. Ayrıca bazı dokümanlarda Sabbah’ın İranlı şair Ömer Hayyam ve Selçuklu veziri olan Nizam-ül Mülk’le de okul arkadaşı olduğu söylenir. Lakin bu bilgiler kesin olarak doğrulanmamaktadır. Özellikle Nizam-ül Mülk ile olan arkadaşlığı çok olası değildir. Nitekim Mülk, ondan otuz yaş büyüktür ve Hayyam ile Sabbah eğitimini Nişapur’da yapmıştır. Fakat Sabbah ile Ömer Hayyam’ın tanışık olduğu çoğu kaynak tarafından doğrulanan bir bilgidir. Hatta Hasan Sabbah’ın ilerideki stratejisi Ömer Hayyam ile yaptığı bir muhabbetten sonra şekillenmiştir.

Tarihin ilk suikastçıları
Hayyam, ona etrafındaki insanları göstererek “Şunlara bir bak, bütün bu insanlar cennet için yaşıyor. Eğer onlara bir cennet verebilirsen o zaman onları yönetebilirsin” demiştir. Sabbah ayrıca, Ömer Hayyam’dan Ezoterik (metafizik- psişik-büyü-havas) ilimlerini de öğrenmiş.

Kimilerine göre bir kahraman, kimilerine göre bir devrimci, kimilerine göre dünyanın en büyük terör örgütünün lideri, kimilerine göre İslam düşmanı olmuştur.

İnanılmaz güce ve yeteneklere sahip olabilecek şekilde kendini yetiştirmiştir. Kesinlikle bir güç hastalığı vardı. Kazandığı bu güç sayesinde fedailerinden kesin bir itaat beklerdi. Kazandığı bu gücü, Haşhaşiler’in gücü ile birleştirip, Nizari felsefesini tüm toplumlara kabul ettirmek istemiştir. Bu yüzden Şiilik ve İsmailliğinin temel unsurları Hasan Sabbah’ın gücü ile birleşerek ölümcül bir silaha dönüşmüştür.  Bu maksatla, din ve dindarlığı alet ederek, bir grup insanın hâkim olduğu bir hegemonya oluşturur. Bu hedefi seçerek, kendilerine karşı koyacak herkesi öldürmeyi planlar ve sonuç olarak ortaya yeni bir inanç sistemi çıkartır.

Sabbah otoriter bir adamdı. Acımasız, merhametsiz ve şefkat göstermeyen bir yapıya sahipti. O kadar ki gerektiğinde iki oğlunu öldürtüp, karısını ve kız kardeşlerini de sürgüne gönderdiği söylenir.

1124 yılında ölen Hasan Sabbah, öldüğünde arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve sadece İran'da değil tüm Mezopotamya'da korkulur bir askeri ve siyasal güç bırakmıştır. Haşhaşiler’in en büyük lideri olmuştur. O öldükten sonra yerine Buzurg-Ummed geçer. Haşhaşiler her geçen yıl hızlı bir şekilde büyümeye devam ederler…

İşte böyle bir Hassan Sabbah’ın koyduğu kuralların acımasızlığı hiç de şaşılacak cinsten değil. Nitekim kurduğu düzeni ve bu düzenin hassas dengesini koruyabilmek için acımasızlık silahını kullanan Sabbah’ın geleneklerini, ardından gelen liderler ve en sonunda Al Muallim de kullanmıştır.
3/6
Doğunun Azrail’i
Genel kanı, Haşhaşiler’in davaları ve istekleri doğrultusunda ilk düşmanları herkes tarafından Haçlılar olarak bilinir. Ama tarih kaynaklarında bunun doğru olmadığı ve hatta Haçlıların daha az kurban verdikleri doğrulanmıştır.  Örgütün davalarına karşı gelen düşmanlar, İslam âleminin karşısında duran düşmanlar değil, bilhassa İslam âleminin içinde yer bulan kişiler ve onların fikirleri olmuştur.

Nitekim Nizari İsmaililiği, ilk dönemlerinde İran Devleti’nin Kuzey bölgesinde Selçuklulara karşı mücadele vermişlerdir. Bu mücadele daha sonra güçlenerek, Sünni İslam yandaşı egemenliğini ortadan kaldırmak amacıyla Selçuklulara, Abbasilere, Eyyübilere, Memlüklere, Atabeylerine ve son olarak Haçlılara karşı savaşmış ve birçok savaşı da kazanmıştır.

Bir kartal misali
Assassin’s Creed,  “ Suikastçı’nin İnancı/İmanı ” anlamına gelmektedir. Bu inanç ve bağlılık o kadar büyüktür ki, birliğin içinde bu uğurda canlarını bile vermeye hazır olan fedaileri görmek hiç zor olmaz. Esasında onlara Sabbah’ın suikastçılarından çok Sabbah’ın fedaileri demek daha doğru olur.

Fedai (Fedaayiin) kelimesi Arapçadan gelir. “Bir amaç uğruna canını bile vermeye hazır olan” anlamındadır. İşledikleri tüm cinayetleri dinsel bir görev olarak gören Haşhaşinler (Fedailer-Suikastçılar) isimlerini Arapça’dan almıştır. Daha sonra İngilizce  “Assassin” yani “ Suikastçı ” olarak günümüze kadar gelmiştir.

Sabbah’ın amacını birazcık eşeleyecek olursak, geçmişten günümüze kadar birçok tarihçinin ve tarih kaynaklarının genel anlamda dile getirdiği ve özetlediği olay şudur; Nizari İsmailileri’ne düşmanlık besleyen, onları yok etmeye çalışan Halifeler, krallar, hükümdarlar, prensler, valiler, generaller, din adamları, siyasetçiler… Kısaca aklınıza gelebilecek üst mertebe insanların hepsi tam anlamıyla hedef alınmış kişilerdir.

Tarihin ilk suikastçıları
Fedailer, siyasi cinayetlere başlayarak İsmaililer’in düşmanlarını yok edip, isimlerini tüm dünyaya duyurmaya başlamışlardı. Sabbah’ın, fedailerinden istekleri öncelik olarak şunlardı; “ Cinayetlerinizi işlerken bunu izler bırakarak yapmalısınız, herkes bizim kim olduğumuzu ve gücümüzü mutlaka görmeli. Bunun için eylemlerinizi kalabalık ortamda yapmalısınız. Bu sayede efsanevi bir korku salıp, adımızdan söz ettireceksiniz."

Fedailerin seçtikleri cinayet silahı öncelik olarak hançerdi. Öldürecekleri kişinin yanına sessizce yaklaşıp, hançeriyle ölümcül vuruşlar yaptıktan sonra kendi davaları ve Hasan Sabbah için sloganlar atmaya başlıyordu.  Fedailer hiçbir zaman cinayetin ardından kaçmaya veya saklanmaya çalışmıyordu. Aksine, üstlendiği bu suikastlardan sağ kurtulmak onlar için utanç verici bir durum sayılırdı. Ölmeyi göze alan bu suikastçılar Sabbah’a olan bağlılıklarını yerine getiriyor ve yine Sabbah’ın onlara vaat ettiği “Sahte Cennete” gitmeyi hak ediyorlardı.

Sabbah’ın fedaileri hedeflerine sadece öldürerek yaklaşmıyor, bazen de hedefteki kişiyi korkutmak suretiyle, istediklerini yaptırabiliyordu. Örneğin yüksek bir makamda olan birisi sabah kalktığında yastığının üzerinde bir Haşhaşi hançeri görebiliyor ve hançerin yanındaki notta ise Haşhaşileri öfkelendiren hareketlerine devam ettiği takdirde kurtuluşunun olmadığını ifade eden uyarıyı okuyordu. Bu uyarıyı alan kişi asla güvende olmadığını anlıyordu.

Assassin’s Creed’de her ne kadar favori silahımız Hidden Blade olsa da oyun içerisinde kılıç, hançer fırlatma bıçağı ve hatta ilerleyen oyunlarda arbalet, sis bombası ve el bombası kullanıyorduk. O zamanlar Hidden Blade şeklinde bir silah olması muhtemel olsa da kesin bir bilgi yok. Özellikle oyunla gerçek arasındaki en büyük farkı da göz önüne alırsak belki de Hidden  Blade gibi bir silaha çok ta ihtiyaç duymadılar. Peki, neydi bu fark? Yukarıda yazdığımız gibi Haşhaşi suikastçıları her ne kadar cinayetlerini sessizce yapsalar da ardından etrafa mesaj vermek amacıyla nidalar atmak ve olay yerinden kaçmamak oyunda uygulanabilecek bir yöntem değildi. Belki nida olayını Ezio’nun ilk suikastı olan Uberto Alberti cinayetinde yapmış olabiliriz ancak genel olarak oyun boyunca olay yerinden mümkün olduğunca çok sessizce, bu mümkün değilse de bir an önce kaçamaya çalıştık. Elbette bu tarz ufak farklılıklar olayın işlevselliğine göre ortaya çıkacaktır. Ancak burada esas olan şudur ki suikastçılar her zaman için bir mesaj vermeyi de amaçlamışlardır.

İşte bu derece işlevsel ölüm silahları uzun periyodlar boyunca dünyaya korku salmışlar ve bir leke misali tüm dünyaya yayılmışlardır.

Peki, bu Suikastçılar-fedailer Sabbah tarafından nasıl yaratılıyorlardı?

Yalandan doğan cennet
Hasan Sabbah kendi inancını yaymaya çalışırken şeriata uygun davrandığını öne sürmekteydi. Sabbah,  Alamut kalesinde kendi yöntemini nasıl kurabilmiş ve fedailerini kendisine nasıl da ölümüne bağlayabilmişti? Fedailer onun her dediğini hemen uygulamakta ve asla tartışmamaktaydı. Bunu sağlayan en önemli neden “imam”ın Nizari İsmailileri’nin nezdinde sahip olduğu anlamdı. Masumiyetine bir kez inanılmış olan ve imam olarak kabul edilen bir lideri tüm fedailer kayıtsız şartsız kabul ederdi ve peşinden gitmek bu itikattan kaynaklanırdı.

İsmaili inancına sahip olan bölge halkı Hasan Sabbah’ın dediğini hemen kabul etme konusunda zihnen zaten hazır durumdaydı. Yine bu inanç tek başına bir intihar eylemcisi olmak için yeterli değildi. Başka özel nedenlerde mutlaka olmalıydı. Bu nedenleri sağlamak konusunda Hasan Sabbah yine büyük dehasını göstermişti.
4/6
Sabbah bunu sağlamak için Alamut kalesinin içinde sahte “ Cennet Bahçesi “ yaptırmıştı. Bununla da kalmayıp, bal, süt, şarap ve akan nehirler yaptırarak buraya “ Huri “ zannedilebilecek güzellikte kızları yerleştirmişti. Yetenekli çalgıcılara en güzel şarkıları çaldırıyordu. Güneş ışıkları en güzel açıdan bu bahçeye gelmekteydi. Kuran’da tasvir edilen cennete benzetilmek istenmişti. Bu bahçeyi ilk defa gören bir kişi burasının gerçek cennet olduğunu sanıyordu.

Suikastçı yapılmak istenenler hariç, bu bahçeye kimsenin girmemesi için gizli bir geçit de yapılmıştı. Hasan Sabbah on iki ile yirmi yaş arasında bulunan suikastçı adaylarına cenneti önce tasvir ediyor sonra da anlattığı cennetin gerçekliğini kanıtlamak için onlara uyutucu ilaçlar içirdikten sonra gizli geçitten bahçeye taşıtıyordu. Suikastçı adayları kendilerine geldiklerinde, tasvir edilmiş olan cenneti kendi gözleriyle görüyor ve Hasan Sabbah ne isterse onu yapmaya hazır hale geliyorlardı. Zaman geçtikten sonra yeniden uyutulup Sabbah’ın yanına geri getiriliyorlardı ve ondan istenileni yaparlarsa Cennet’te sonsuza kadar kalacakları söyleniyordu.

Cennet’ten çıkartılan suikastçılar gördüklerini diğerlerine de anlatıyor ve Hasan Sabbah kale içerisindeki gücünü arttırıyordu. Cennet’i görenler, Sabbah’ın emirlerini korku nedeniyle değil, kendi arzu ve istekleriyle yerine getiriyorlardı.

Suikastçılar her yönden mükemmel bir şekilde, iyi bir eğitimden geçiriliyorlardı. Yakın dövüş tekniklerini, ihtiyaç duyacakları yabancı dilleri ve silah kullanmayı öğreniyorlardı ve bu şekilde birliğe sürekli olarak körü körüne bağlı üstün yetenekli savaşçılar yetiştiriliyordu.

Elbette biz Altair döneminde Hasan Sabbah iktidarını tanıyamadık, zaten genellikle tarihi karakterlere yer veren oyunda esas kilit isimler genelde kurgusal bir karakter olarak karşımıza çıkmıştı. Altair, Ezio, Yusuf Tazim, Al Muallim gibi kişilerle Leonardo DaVinci, Rodriggo ve Cesare Borgia, Piri Resi, Sultan Süleyman gibi tarihi isimleri mükemmel bir uyumla bir araya getiren oyunda her ne kadar bahsedilen Cennet’i görmemiş olsak da fedailerin liderlerine ne kadar bağlı olduklarına tanık olmuştuk. Elbette oyunun sonunda bu liderin bir haine dönüşmesi ayrı bir olaydı ancak genel olarak verilmek istenen mesaj tüm oyuncular tarafından alınmıştı.

Dünyada mekan, ahirette iman
Haşhaşilerin mabedi olarak bilinen Alamut Kalesi, İran’ın başkenti ve Hazar Denizi’nin arasında kalan ve ülkenin kuzeyinde Elburz dağlarına kadar uzanan, Haşhaşiler Vadisi’nin tam ortasında bulunmaktadır.  Yıllarca tüm dünyaya nam salmış bu ünlü kale için, Haşhaşilerin doğduğu yer de diyebiliriz.

Alamut sözcüğünün nereden geldiği bilinmemektedir. Tarihçilerin araştırmaları sonucu Alamut’un  “Kartal Yuvası “ anlamına geldiği söylenmektedir.  Yine tarihçilere göre,  bir “DAYLAM" kralı tarafından kalenin yapımına, bir kartalın uçuşunu takip ederek karar verdiği anlatılmaktadır. Bu kral avlanırken yanındaki kartalı salar ve kuş havalanıp dağın zirvesine konar. İşte kale bu tepeye inşa edilmiştir.

Tarihin ilk suikastçıları
Alamut kalesinin inşası 850’li yılların sonlarına doğru tamamlanmıştı. Hasan Sabbah’ın bu kaleyi tercih etmesindeki en önemli sebepleri;  o dönemlerde çok önemli konumda olan Kazwin ve Rey şehirlerine yakın olması, savunulması çok kolay olması, strateji yönünden önemli bir yapıya sahip olması ve ele geçirilemez bir bütünlüğe sahip olmasıdır. B u özellikler kaleyi her yönden ön plana çıkartıyordu. Bu önemli unsurlar, 1090’lı yıllarda Sabbah’ın Alamut kalesini satın almasındaki en büyük sebeplerdi.

Sabbah,  ömrünün çoğunu bu kalede geçirdi.  Zekice ve ustaca hazırlanmış tüm suikastlarını yine bu kalede planladı. Başta Selçuklu Türkleri olmak üzere düşmanlarına karşı yapılan tüm savaşları, terör eylemlerini, suikastlarını bu kalenin içinden yönetti.

Aslında Alamut kalesi haricinde;  Haşhaşilerin egemenliği altında, Haşhaşi vadisinin üzerinde elliden fazla kale vardı. Alamut bu kalelerin en önemlisiydi, bunun haricinde önemli olan iki kale daha vardı. Maymun-Diz ve Lammasar kaleleriydi.

Alamut kalesi 1250’li yıllarda, Cengiz Han’ın torunu Hülagü Han tarafından ele geçirildikten sonra yakılıp kül edilmiştir. Haşhaşiler’in ünlü kalesinden günümüze sadece kalıntılar kalmıştır.

Assassin’s Creed serisinin en önemli özelliklerinden birisi de oyunun geçtiği mekanların yaşanan tarihteki durumuna göre olabildiğince tam olarak yansıtılmasıydı. Roma, Floransa, Venedik, İstanbul gibi önemli şehirler, belki bütünü olarak değil ancak tarihi önemse sahip bölge ve mekanlarıyla oyunculara birebir benzerlikte sunulmuşlardı.

İlk oyun Orta Doğu’da geçtiğinden ve bin yılı aşkın bir zaman öncesinde yaşandığından çevre mantık çerçevesinde oluşturulurken binalar ve şehriler yine detaylı bir şekilde hazırlanmıştı. Ne yazık ki birinci oyunda aynı bölgede yaşamış olsa da Altair’in evi Alamut değil Masyaf kalesiydi.  Lakin Masyaf kalesi de suikastçıların güçlü kalelerinden birisiydi. Hatta 12. Yüzyılda Selahaddin Eyyubi bu kaleyi kuşatmış ancak Haşhaşiler’den korktuğu için bir türlü doğrudan saldırı düzenleyememişti. En güçlü Haçlı kalelerini bile ele geçirmiş olan bu lider en sonunda Masyaf’taki kuşatmayı kaldırmaya karar verip Haşhaşileri kendi hallerine bıraktı.

İşte böyle bir yerdi Altair’in evi olan Masyaf Kalesi. Aynı adlı köyün tepesine kurulmuş olan bu heybetli kale gerek haçlılar gerek diğer Müslüman devletler tarafından pek çok kez kuşatılsa da suikastçıların elinden alınamadı. 
5/6
Bu, dünyanın en büyük savaşıdır
Geçmiş tarihten bu yana dünya üzerinde birçok tarikat, cemiyet veya gizli grup yaşamlarını o yada bu şekilde sürdürmüşlerdir. Bizi şu aşamada ilgilendireler ise, Haşhaşiler ve Tapınak Şövalyeleri. Peki bu iki gücün birbirleriyle ne gibi bağlantısı olabilir? Bunun için önce Tapınak Şövalyeleri’nin geçmişten günümüze kadar gelen yaşamlarından biraz bahsedelim.

Tapınak Şövalyeleri’nin, Haşhaşiler ile düşündüğünüzden çok daha büyük bir bağlantısı vardır. Hatta biraz ileri giderek Tapınakçılar’ın Haşhaşiler’den etkilenerek geliştirklerini bile söyleyebiliriz. Nasıl mı?

Tapınak Şövalyelerinin kurucusu ve lideri olan Şövalye Hugs De Payens ve diğer şövalyeler Hasan Sabbah tarafından Alamut kalesine davet edildiler. Daveti kabul eden şövalyeler, Alamut kalesinde Sabbah’ın yaratmış olduğu sistemi görüp beğenirler ve bu sistemi detaylı bir şekilde öğrenirler. Sabbah’ın yaratmış olduğu bu sistem onlar üzerinde büyük bir etki yaratır, Haşhaşiler’e olan hayranlıkları artınca,  onların öğretisi olan İsmaili felsefesini tam olarak kavrayıp,  Katolik inançlarından yavaş yavaş uzaklaşmaya başlarlar.

İsmaili felsefesi şövalyeler üzerinde inanç değişikliğine giderek, kurdukları örgüt sayesinde tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Haşhaşiler’le kurdukları bu yakınlık onların inançlarını tamamen değiştirmeye başlamıştır. Tabi bu durumaynı zamanda yavaş yavaş kendi sonlarını hazırlamaya başlamıştır. En sonunda Papalık, Tapınakçılar’ı Kâfirlikle suçlayıp onları müslümanlarla yakınlaşmak, hatta tamamen müslüman olmakla suçlamıştır.

Yine geçmiş tarihe baktığımızda, en çok merak edilen örgüt olarak Tapınak Şövalyeleri gösterilir. Aslında onları bu kadar çok ünlü yapan Haşhaşilerdir. Tapınak Şövalyeleri,  İngilizce "TEMPLARS" olarak bilinir. Mason grupların destek ve yardımlarıyla günümüze kadar yaşamlarını sürdürmeye başarmışlardır.

Bir şövalyenin doğuşu
1099 yılında kutsal topraklar olarak gösterilen Kudüs ve Filistin, Haçlı orduları tarafından tamamen ele geçirilmişti. Ancak işgal ettikleri bu kutsal yerler onlar için güvenli bir yer değildi. Malazgirt savaşından sonra kutsal topraklara akın eden Türk birlikleri, Haçlı ordularına karşı savaşlarını sürdürmekteydi.

Tarihin ilk suikastçıları
Bu bölgeye gelmeye devam eden Hıristiyan hacı adaylarının güvenliğine dokuz şövalye görevlendirilmişti. Hacı adaylarını korumak için Kudüs’e gelen bu şövalyeler kendilerine "İsa’nın Yoksul Şövalyeleri" adını koymuşlardı.  Bu isim daha sonra yerini  "Tapınakçılar" olarak değiştirmişti.

O dönemlerde Vatikan adına Kudüs’ü yönetmekte olan Kral II. Baudouin,  Tapınakçılar’ı karşılamış ve onları ağırlamıştı. Birkaç yıl sonra Kral Baudouin o dönemlerde ikamet ettiği Süleyman Tapınağı’ndan ayrılmış ve bu tapınağı şövalyelere bırakmıştı. Bu vesile ile şövalyeler,  Süleyman Tapınağı üzerinden      “Tapınakçılar“ adını almış ve sonunda “Tapınak Şövalyeleri” olarak tanınmaya başlanmıştır. Bu şekilde kutsal topraklarda ilk tohumları atılan ve kurulan Tapınak şövalyeleri, giderek sayılarını arttırmış, Kudüs’e bağlı olan yolların ve Hıristiyan hacı adaylarının güvenliğinden tamamen onlar sorumlu olmuşlardır.

Öte yandan bu kutsal savaşçılar, o dönemlerde sevilen ve saygın bir din adamı olan Saint Bernard de Clairvaux sayesinde, Vatikan tarafından tanınmış ve kabul edilmişlerdir. Değerli din adamından destek alan Tapınak şövalyeleri, diğer şövalyelerden farklı görünmek adına kıyafetlerini bile değiştirmişlerdi. Üzerlerine giydikleri kıyafetlerde en çok dikkat çeken ise beyaz elbiselerinin üzerinde bulunan kırmızı haç işaretiydi.
Kudüs bölgesinde bulunan şövalyelerin sayısı 700 civarındaydı ve onlara dışarıdan 3.000 civarı insan hizmet ve yardım ediyordu. Gittikçe büyüyen ve genişleyen Tapınakçılar, güçleri sayesinde 4.000 civarı şatonun da sahibi olmuşlardı.

Tapınakçılar’ın hem asker hem de rahip vasıfları bulunduğu için kadınlarla birlikte olmaları kesinlikle yasaktı. Bu yüzden boş zamanlarında sadece ibadet ederlerdi. Şövalyeler, Haçlı seferleri ve Hıristiyan krallıkları zamanında güçlerinin zirvesine ulaştılar. Tabi bu güç ve çıktıkları zirve uzun sürmedi. Doğu’da geçen saltanatları, Müslüman güçlerin eline geçmesiyle son buldu. Geriye sadece on altı Tapınak şövalyesi kaldı ve onlarda Avrupa’ya yani Fransa’ya geri dönmek zorunda kaldılar.

Avrupa’ya geri dönmeleri başta Vatikan olmak üzere birçok krallıkları rahatsız etmişti. Haklarında çıkan “sapık, sapkın, kâfir” söylentileri olmasına rağmen, o dönemlerde ekonomik açıdan bir hayli zayıf olan Fransa Kralı’nın onlara sahip çıkmıştı. Sahiplenme sebebi de apaçık belliydi. Tapınak şövalyelerinin zenginliği Kral’a her şeyi unutturmuştu.

Kral Philippe le Bel bu zenginliği ele geçirmek için bir plan yaptı. Vatikan’da Papa ile anlaşarak, Tapınakçılar’ın ölüm fermanını hazırladı. Bu sayede, 1307 yılında Tapınakçılar’a komplo düzenleyerek birçoğunu tutuklattı.
6/6
Tapınak şövalyeleri tutuklandıktan sonra çok büyük işkencelere maruz kaldılar. Onlara ithaf edilen (kâfirlik, sapıklık, eşcinsellik)  suçları zorla dillerinden sökülerek alındı. Daha sonra yine o dönemin meşhur mahkemeleri olan “ Engizisyon Mahkemelerinde” yargılandılar ve ölüm cezasına çarptırıldılar. 13 Ekim 1317’de gerçekleştirilen bu cezada yakalanan bütün Tapınakçılar kazıklara bağlanıp yakılarak öldürüldüler. Tarihte de bu gün "13. Cuma" olarak anılmaya başlandı ve her ayın 13’üne denk gelen Cuma günleri için lanetli günler, 13 rakamı için de lanetli rakam hurafesi oluştu.

Assassin’s Creed’teki baş düşmanlarımız olan Tapınakçılar görüldüğü gibi aslında Haşhaşiler’in eski öğrencisi olarak tanımlanabilir. Onlardan aldıkları kültürel ve savaş eğitimi ile kendilerini geliştiren bu grup için demin de belirttiğimiz gibi pek çok asıllı-asılsız söylenti atılmış ve pek çoğu iftiraya uğratılmıştır. Elbette sadece oyunu ele aldığımızda ortaya karışık bir durum çıkmaktadır. Nitekim ilk oyunda Altair ile hem Haçlılar’a hem de Tapınakçılar’a karşı savaşırken daha sonrasında Ezio ile Tapınakçılar’ın gizli güçlerine karşı savaşmıştık.

Eğer Tapınakçılar, Haşhaşiler’in öğretileri ile bugüne kadar gelmişlerse arada ne oldu? Ne bozuldu da bir anda bu iki örgüt birbirine düşman kesildi? Ya da gerçekten düşman oldular mı?

Bunlar tarihin bazı noktalarında doğrulanırken bazı noktalarında ise yalanlanıyor. Ancak en başlarda Haçlı ordusu uğruna savaşan şövalyeler olduklarından Müslümanları düşman olarak görmesi oldukça mantıklıydı, öte yandan Haşhaşilerin   İslam dinine daha yakın olsalar da,  onların da diğer Müslümanlara saldırdığını zaten sizlere belirttik.



O zaman bunun sonucunda elimizde tek bir mantıklı neden kalıyor ki o da mutlak güce erişmek. İşte oyunda da bu konu ele alınmıştı. Esasında her iki örgütün de bir süre sonra din ile pek bir işi kalmamıştı. Haşhaşiler tarafından bakılacak olursa bir Müslüman birliği olarak kurulmuş grup sonralarında Hristiyanları da örgüt içine almıştır. Diğer tarafta ise üçüncü oyunda Cesare Borgia’nın, eski bir rahibin, dinin koruyucusunun, Papa’nın yardımcısının askeri bir kimliğe büründükten sonra Papalık makamını ve Papa’nın kendisini ne derece umursamadığını da biliyoruz.

Dolayısı ile bütün bu ilişkiler tek bir amaç uğruna kurulup bozuluyordu. Dünya hakimiyeti. Hangi yolla olursa olsun bir şekilde bunu başarabilme ihtimali doğarsa bu ihtimali ele geçiren grup son damlasına kadar bu fırsattan yararlanıyor ve nihai amacına ulaşmaya çalışıyordu. Tıpkı seri boyunca peşinden koştuğumuz Elma gibi.

Elbette oyun ile gerçek arasındaki kurgusal bağdan dolayı bazı özellikler ters yönde gelişebilir. Sonuç olarak Assassin’s Creed tarihi gerçeklerden kurgulanmış bir hikayeye sahip. İşin biraz daha gerçeğe yakın ve anlamlı olması için yerleştirilen gerçek karakterler de olayın tarihi yönünü güçlendirmiştir.

Asla bitmeyen savaş
Bu yazımızda sizlere temel olarak Haşhaşiler’den ve onların nasıl gelişip güçlendiğinden, düşmanlarından, temel özelliklerinden ve en önemlisi de esinlenerek hazırlanmış Assassin’s Creed serisi ile benzerlikleri ve farklılıklarından bahsetmeye çalıştık. Bu kısa tarih hikayemizde bizlere katıldığınız için hepinize teşekkür ederiz.

Unutmayın; “Nothing is true, everything is permitted”. Herkese iyi oyunlar.
Yorumlar 6
MK Okuru
MK Okuru 19.07.2025 09:17
Kalan Karakter: 300 Gönder
MK Okuru
MK Okuru 16.09.2021 14:26
Tapınakçılar’ın hem asker hem de rahip vasıfları bulunduğu için kadınlarla birlikte olmaları kesinlikle yasaktı:aga beğğğğ
Kalan Karakter: 300 Gönder
MK Okuru
MK Okuru 16.06.2019 13:52
günümüzde hayla hasan sabbah soyundan gelen varmıdır çok merak ediyorum ben ezio soyundan geliyorum ama tabi inanmadım araştırmaya başladım bana yardımcı olucak birisi varsa yardım bekliyo olucağım günümüzde hayla böğle haşhalliler kalmışmıdır veya onların soyundan gelen varmı çok merak ediyorum <3
Kalan Karakter: 300 Gönder
MK Okuru
MK Okuru 3.08.2017 03:29
Haşhaliler yani suikastçiler nasıl eğitim aldı ???
MK Okuru
MK Okuru 25.05.2018 15:59
bence doğustan
Kalan Karakter: 300 Gönder
MK Okuru
MK Okuru 5.02.2017 17:46
Tarihin hiç bir döneminde haçlıların müslümanlara sempati gösterdiği görülmemiştir ayrıca haşhaliler müslüman değillerdi bu yazıyı yazan arkadasımızda sanınırım inceden bir tapınak geni taşıyor olmalı ;)
Kalan Karakter: 300 Gönder
MK Okuru
MK Okuru 23.09.2015 13:33
Tapınak Şövalyelerinin kurucusu ve lideri olan Şövalye Hugs De Payens ve diğer şövalyeler Hasan Sabbah tarafından Alamut kalesine davet edildiler.

Hassssss. be güzel kardeşim :)
Kalan Karakter: 300 Gönder
İlginizi Çekebilir