Sabbah bunu sağlamak için Alamut kalesinin içinde sahte “ Cennet Bahçesi “ yaptırmıştı. Bununla da kalmayıp, bal, süt, şarap ve akan nehirler yaptırarak buraya “ Huri “ zannedilebilecek güzellikte kızları yerleştirmişti. Yetenekli çalgıcılara en güzel şarkıları çaldırıyordu. Güneş ışıkları en güzel açıdan bu bahçeye gelmekteydi. Kuran’da tasvir edilen cennete benzetilmek istenmişti. Bu bahçeyi ilk defa gören bir kişi burasının gerçek cennet olduğunu sanıyordu.
Suikastçı yapılmak istenenler hariç, bu bahçeye kimsenin girmemesi için gizli bir geçit de yapılmıştı. Hasan Sabbah on iki ile yirmi yaş arasında bulunan suikastçı adaylarına cenneti önce tasvir ediyor sonra da anlattığı cennetin gerçekliğini kanıtlamak için onlara uyutucu ilaçlar içirdikten sonra gizli geçitten bahçeye taşıtıyordu. Suikastçı adayları kendilerine geldiklerinde, tasvir edilmiş olan cenneti kendi gözleriyle görüyor ve Hasan Sabbah ne isterse onu yapmaya hazır hale geliyorlardı. Zaman geçtikten sonra yeniden uyutulup Sabbah’ın yanına geri getiriliyorlardı ve ondan istenileni yaparlarsa Cennet’te sonsuza kadar kalacakları söyleniyordu.
Cennet’ten çıkartılan suikastçılar gördüklerini diğerlerine de anlatıyor ve Hasan Sabbah kale içerisindeki gücünü arttırıyordu. Cennet’i görenler, Sabbah’ın emirlerini korku nedeniyle değil, kendi arzu ve istekleriyle yerine getiriyorlardı.
Suikastçılar her yönden mükemmel bir şekilde, iyi bir eğitimden geçiriliyorlardı. Yakın dövüş tekniklerini, ihtiyaç duyacakları yabancı dilleri ve silah kullanmayı öğreniyorlardı ve bu şekilde birliğe sürekli olarak körü körüne bağlı üstün yetenekli savaşçılar yetiştiriliyordu.
Elbette biz Altair döneminde Hasan Sabbah iktidarını tanıyamadık, zaten genellikle tarihi karakterlere yer veren oyunda esas kilit isimler genelde kurgusal bir karakter olarak karşımıza çıkmıştı. Altair, Ezio, Yusuf Tazim, Al Muallim gibi kişilerle Leonardo DaVinci, Rodriggo ve Cesare Borgia, Piri Resi, Sultan Süleyman gibi tarihi isimleri mükemmel bir uyumla bir araya getiren oyunda her ne kadar bahsedilen Cennet’i görmemiş olsak da fedailerin liderlerine ne kadar bağlı olduklarına tanık olmuştuk. Elbette oyunun sonunda bu liderin bir haine dönüşmesi ayrı bir olaydı ancak genel olarak verilmek istenen mesaj tüm oyuncular tarafından alınmıştı.
Dünyada mekan, ahirette imanHaşhaşilerin mabedi olarak bilinen Alamut Kalesi, İran’ın başkenti ve Hazar Denizi’nin arasında kalan ve ülkenin kuzeyinde Elburz dağlarına kadar uzanan, Haşhaşiler Vadisi’nin tam ortasında bulunmaktadır. Yıllarca tüm dünyaya nam salmış bu ünlü kale için, Haşhaşilerin doğduğu yer de diyebiliriz.
Alamut sözcüğünün nereden geldiği bilinmemektedir. Tarihçilerin araştırmaları sonucu Alamut’un “Kartal Yuvası “ anlamına geldiği söylenmektedir. Yine tarihçilere göre, bir “DAYLAM" kralı tarafından kalenin yapımına, bir kartalın uçuşunu takip ederek karar verdiği anlatılmaktadır. Bu kral avlanırken yanındaki kartalı salar ve kuş havalanıp dağın zirvesine konar. İşte kale bu tepeye inşa edilmiştir.
Alamut kalesinin inşası 850’li yılların sonlarına doğru tamamlanmıştı. Hasan Sabbah’ın bu kaleyi tercih etmesindeki en önemli sebepleri; o dönemlerde çok önemli konumda olan Kazwin ve Rey şehirlerine yakın olması, savunulması çok kolay olması, strateji yönünden önemli bir yapıya sahip olması ve ele geçirilemez bir bütünlüğe sahip olmasıdır. B u özellikler kaleyi her yönden ön plana çıkartıyordu. Bu önemli unsurlar, 1090’lı yıllarda Sabbah’ın Alamut kalesini satın almasındaki en büyük sebeplerdi.
Sabbah, ömrünün çoğunu bu kalede geçirdi. Zekice ve ustaca hazırlanmış tüm suikastlarını yine bu kalede planladı. Başta Selçuklu Türkleri olmak üzere düşmanlarına karşı yapılan tüm savaşları, terör eylemlerini, suikastlarını bu kalenin içinden yönetti.
Aslında Alamut kalesi haricinde; Haşhaşilerin egemenliği altında, Haşhaşi vadisinin üzerinde elliden fazla kale vardı. Alamut bu kalelerin en önemlisiydi, bunun haricinde önemli olan iki kale daha vardı. Maymun-Diz ve Lammasar kaleleriydi.
Alamut kalesi 1250’li yıllarda, Cengiz Han’ın torunu Hülagü Han tarafından ele geçirildikten sonra yakılıp kül edilmiştir. Haşhaşiler’in ünlü kalesinden günümüze sadece kalıntılar kalmıştır.
Assassin’s Creed serisinin en önemli özelliklerinden birisi de oyunun geçtiği mekanların yaşanan tarihteki durumuna göre olabildiğince tam olarak yansıtılmasıydı. Roma, Floransa, Venedik, İstanbul gibi önemli şehirler, belki bütünü olarak değil ancak tarihi önemse sahip bölge ve mekanlarıyla oyunculara birebir benzerlikte sunulmuşlardı.
İlk oyun Orta Doğu’da geçtiğinden ve bin yılı aşkın bir zaman öncesinde yaşandığından çevre mantık çerçevesinde oluşturulurken binalar ve şehriler yine detaylı bir şekilde hazırlanmıştı. Ne yazık ki birinci oyunda aynı bölgede yaşamış olsa da Altair’in evi Alamut değil Masyaf kalesiydi. Lakin Masyaf kalesi de suikastçıların güçlü kalelerinden birisiydi. Hatta 12. Yüzyılda Selahaddin Eyyubi bu kaleyi kuşatmış ancak Haşhaşiler’den korktuğu için bir türlü doğrudan saldırı düzenleyememişti. En güçlü Haçlı kalelerini bile ele geçirmiş olan bu lider en sonunda Masyaf’taki kuşatmayı kaldırmaya karar verip Haşhaşileri kendi hallerine bıraktı.
İşte böyle bir yerdi Altair’in evi olan Masyaf Kalesi. Aynı adlı köyün tepesine kurulmuş olan bu heybetli kale gerek haçlılar gerek diğer Müslüman devletler tarafından pek çok kez kuşatılsa da suikastçıların elinden alınamadı.
Hassssss. be güzel kardeşim :)