1/13

Cennetin Gözyaşları - 2.Bölüm - Garip bir olay

Damir Begoviç 3.06.2010 - 12:31
Açıklanamayan bir Rüya..
Sabah her zaman ki gibi yine Murat kalktı. Yavaşça perdeyi açtı ve camı açarak taze havanın temiz odaya dalmasına izin verdi. Sabah doğan güneş dün akşamdan kalan sisleri yavaş yavaş yok ediyor, insanlara huzur veriyordu. Yeşil İnci Tepesi yazın sabahları çok muhteşem olurdu. Aslında kulübü kurmayı karar veren Oğuz ve Murat’ın bu tepeyi seçmesinin nedeni de buydu. Ufacıkken Oğuz ve Murat’ın babası onları sürekli buraya getirirdi. Çünkü onlar için burası iş görüşmesi yapabilmek için yeterince sessizdi.
Murat üstüne rahat bir şeyler giyip bir de günlük giysilerini giydikten sonra salona gitti. Daha önce de tahmin ettiği gibi salon boştu. Korku Şöminesini söndürdü. Muhtemelen yol arkadaşları o kadar heyecan içerisinde bunu yapmayı unutmuştu. Aslında onlara hak veriyordu çünkü kendisi de oldukça heyecanlıydı ki heyecanı hala vardı.
Buzdolabına doğru yürüdü ve onu açtı. İçinin boş olduğunu görünce hayal kırıklığında uğradı. Diğer arkadaşlarının bir şeyler getirmesini umduğu için kendisi getirmemişti. Muhtemelen aynı umut herkeste vardı. Korku Şöminesinin karşısına oturup tam karşısında bulunan resimleri incelemeye koyuldu. Uzak olmayan bir aradan sonra bir erkek sesi :
“Günaydın..” deyiverdi
Murat arkasına baktı. Ona seslenen Burak’tı. Yeni kalktığı için saçları darmadağındı. Burak eskiden de saçlarına pek dikkat etmezdi ama o bu durumdan çok memnundu; çünkü “eğer biri beni beğenecekse bu halimle beğensin” felsefesini benimsemişti.
“Günaydın Burak… Bugün biraz erkencisin.”
“Aslında daha önce uyandım ama tekrar uyuyabilirim umuduyla geçen zaman uzun oldu. Bu heyecanla diğerleri nasıl uyuyabiliyor anlamıyorum.”
“Herkesin kendini kandırma yöntemleri farklıdır.” dedi Murat, alçak ve ölçülü bir sesle.
“O zaman kendimizi kandıramayan tek biziz.” dedi Burak gergin bir edayla..
“Benim kendimi kandırmaya ihtiyacım yok.. Her neyse… Bildiğim kadarıyla bugün ava çıkacağız.. Çocukluğumuzda yapmaya korktuğumuz şey.”
“Acaba aramızda bu konuda bilgili olan var mı? Çünkü eğer yoksa işimiz oldukça zor.. Benim avlayabildiğim tek şey sinekler.”
“Sadece nişan al ve tetiği çek.”
“Bu konuda çok bilgilisin galiba” diye lafa karıştı daha yeni gelmiş olan Ali arkadan.
“Belgesellerde görmüştüm. O kadar da zor değil.” dedi Murat ona dönerek.
“Sanırım ne kadar bilgili olduğun bugün belli olacak.. Kızlar da olmadığı için orada kimseye bilginlik taslayamayacaksın.”
“Ben kimseye bilginlik taslamıyorum” dedi sıktığı dişlerin arasından.
“Nedense bu his yok içimde..” Ali eskiden de Murat’ı pek sevmezdi. Nedenini kimse bilmiyordu ama onunla tanıştığı süre boyunca ona asla iyi davranmadı. Onların birbiri arasındaki bu tutumu ilerideki kötü olayların habercisi gibiydi.
“Umuyorum ki hayvanlar yerine beni vurmazsın.”
“Elimin kaymasını çok isterdim ama tüm suçlar bana yönelir.. Bu yüzden şimdilik bunu düşünmüyorum.”
“Neler oluyor” dedi Burak.
“Durum şu : Senin yaklaşık yedi senedir beraber yaşadığın arkadaşın bize zorluk çıkarmak istiyor ve ben de buna izin vermiyorum.” dedi Murat.. Sesi gergindi.
Ali dudaklarını ısırdı; yüzü sertleşmişti. “Murat… Seni işkence yaparak öldüreceğim.. Sana söz veriyorum. Bir daha benimle konuşarak büyük bir hataya düşme; çünkü elimde olsa şu an kavga eder ve bununla da gurur duyardım.”
“Yeter” diye bağırdı Burak. “Ali kapa çeneni.. Böyle saçma hikayeleri bize anlatma.. Biliyorsun ki böyle şeyleri konuşmama kararı almıştık.” Konuşmak isteyen ama konuşmamak için kendisini zor tutan Murat’a döndü. “Murat kusura bakma.. Bugünlerde sinirleri gergin.”
“Belli ki öyle” dedi Murat, Ali’ye dikkatli bakarak.
2/13
Sabah her zaman ki gibi yine Murat kalktı. Yavaşça perdeyi açtı ve camı açarak taze havanın temiz odaya dalmasına izin verdi. Sabah doğan güneş dün akşamdan kalan sisleri yavaş yavaş yok ediyor, insanlara huzur veriyordu. Yeşil İnci Tepesi yazın sabahları çok muhteşem olurdu. Aslında kulübü kurmayı karar veren Oğuz ve Murat’ın bu tepeyi seçmesinin nedeni de buydu. Ufacıkken Oğuz ve Murat’ın babası onları sürekli buraya getirirdi. Çünkü onlar için burası iş görüşmesi yapabilmek için yeterince sessizdi.
Murat üstüne rahat bir şeyler giyip bir de günlük giysilerini giydikten sonra salona gitti. Daha önce de tahmin ettiği gibi salon boştu. Korku Şöminesini söndürdü. Muhtemelen yol arkadaşları o kadar heyecan içerisinde bunu yapmayı unutmuştu. Aslında onlara hak veriyordu çünkü kendisi de oldukça heyecanlıydı ki heyecanı hala vardı.
Buzdolabına doğru yürüdü ve onu açtı. İçinin boş olduğunu görünce hayal kırıklığında uğradı. Diğer arkadaşlarının bir şeyler getirmesini umduğu için kendisi getirmemişti. Muhtemelen aynı umut herkeste vardı. Korku Şöminesinin karşısına oturup tam karşısında bulunan resimleri incelemeye koyuldu. Uzak olmayan bir aradan sonra bir erkek sesi :
“Günaydın..” deyiverdi
Murat arkasına baktı. Ona seslenen Burak’tı. Yeni kalktığı için saçları darmadağındı. Burak eskiden de saçlarına pek dikkat etmezdi ama o bu durumdan çok memnundu; çünkü “eğer biri beni beğenecekse bu halimle beğensin” felsefesini benimsemişti.
“Günaydın Burak… Bugün biraz erkencisin.”
“Aslında daha önce uyandım ama tekrar uyuyabilirim umuduyla geçen zaman uzun oldu. Bu heyecanla diğerleri nasıl uyuyabiliyor anlamıyorum.”
“Herkesin kendini kandırma yöntemleri farklıdır.” dedi Murat, alçak ve ölçülü bir sesle.
“O zaman kendimizi kandıramayan tek biziz.” dedi Burak gergin bir edayla..
“Benim kendimi kandırmaya ihtiyacım yok.. Her neyse… Bildiğim kadarıyla bugün ava çıkacağız.. Çocukluğumuzda yapmaya korktuğumuz şey.”
“Acaba aramızda bu konuda bilgili olan var mı? Çünkü eğer yoksa işimiz oldukça zor.. Benim avlayabildiğim tek şey sinekler.”
“Sadece nişan al ve tetiği çek.”
“Bu konuda çok bilgilisin galiba” diye lafa karıştı daha yeni gelmiş olan Ali arkadan.
“Belgesellerde görmüştüm. O kadar da zor değil.” dedi Murat ona dönerek.
“Sanırım ne kadar bilgili olduğun bugün belli olacak.. Kızlar da olmadığı için orada kimseye bilginlik taslayamayacaksın.”
“Ben kimseye bilginlik taslamıyorum” dedi sıktığı dişlerin arasından.
“Nedense bu his yok içimde..” Ali eskiden de Murat’ı pek sevmezdi. Nedenini kimse bilmiyordu ama onunla tanıştığı süre boyunca ona asla iyi davranmadı. Onların birbiri arasındaki bu tutumu ilerideki kötü olayların habercisi gibiydi.
“Umuyorum ki hayvanlar yerine beni vurmazsın.”
“Elimin kaymasını çok isterdim ama tüm suçlar bana yönelir.. Bu yüzden şimdilik bunu düşünmüyorum.”
“Neler oluyor” dedi Burak.
“Durum şu : Senin yaklaşık yedi senedir beraber yaşadığın arkadaşın bize zorluk çıkarmak istiyor ve ben de buna izin vermiyorum.” dedi Murat.. Sesi gergindi.
Ali dudaklarını ısırdı; yüzü sertleşmişti. “Murat… Seni işkence yaparak öldüreceğim.. Sana söz veriyorum. Bir daha benimle konuşarak büyük bir hataya düşme; çünkü elimde olsa şu an kavga eder ve bununla da gurur duyardım.”
“Yeter” diye bağırdı Burak. “Ali kapa çeneni.. Böyle saçma hikayeleri bize anlatma.. Biliyorsun ki böyle şeyleri konuşmama kararı almıştık.” Konuşmak isteyen ama konuşmamak için kendisini zor tutan Murat’a döndü. “Murat kusura bakma.. Bugünlerde sinirleri gergin.”
“Belli ki öyle” dedi Murat, Ali’ye dikkatli bakarak.
3/13
En iyi arkadaş olan Merve ve Çiğdem gelene kadar kimse konuşmadı. Aradan 2 saat geçmesine rağmen birbirlerine kızgın olan Ali ve Murat hala birbirlerine kötü bakışlar atıyordu. Bu arada sabahki güneş gitmiş, ani bir değişiklikle çok sert ve sıkı bir kar yağışı başlamıştı. Bu da bir an önce çıkmaları gerektiğini açık bir göstergesiydi. Aslında acele etmeleri gereken bir şey daha vardı; o da eğer acele etmezlerse avlayacak hayvanların azalacak olmasıydı. Kış yeni başladığı için ayılar kendisine gerekli yiyeceği alıp mağarasına gidecekti. Bu da onları için onu mağarasında ve uyurken öldürmek için bulunmaz bir fırsat olabilirdi.
Aradaki gerginliği fark eden Çiğdem fazla konuşmak istemiyordu ama kendisini tutamadı.
“Günaydın beyler.. Kötü bir sabah ama moralimiz iyidir umarım.”
İkisinin de cevaplamasını istemeyen Burak araya girdi.
“Evet.. Kötü bir sabah ama moraller oldukça yüksek.. Merak etmeni gerektiren bir şey yok.” dedi Burak. Sesinde ki tedirginliği belli etmemeye çalışıyordu.
“Buna sevindim.. Bence bu sabah…”
“Ava gitmeyin çünkü zor olur” dedi Merve en iyi arkadaşı Çiğdem’in sözünü tamamlayarak.
“Gitmek zorundayız” dedi Murat oturduğu yerden. “Çünkü evde hiç yiyecek yok.. Açlıktan ölmek istemeyiz.”
“Ama” dedi Çiğdem “Silahları alabilmek için birinin dışarı çıkması lazım. Silahlar depoda ve depo ise buradan 20 metre ötede. Oraya gitmemiz zor. Kimsenin gitmek isteyeceğini sanmıyorum.”
“Ben giderim” dedi Ali herkesi şaşırtarak. “Hem temiz hava alır hem de soğuğa alışmaya çalışırım.” dedi ve Murat’a gizli bir nefretle baktı.
“Tamam sen bilirsin” dedi Merve Çiğdem’in yerine.. İkisi birbirine o kadar yakındı ki artık neredeyse birbirlerinin aklını okur gibi cevaplar vermeye başlamışlardı. Kulübeyi ilk kurdukları yıllarda şu anda Murat ile Ali gibi onlarda birbirlerinden nefret ediyordu. Ama zaman aradaki tüm gerginlikleri silmişti.
Dışarı çıkmaya karar veren Ali oldukça sıkı giyinmek için salonu terk ederek koridorun sonundaki odasına çekildi. O gittikten sonra tüm herkes derin bir nefes aldı. Ali ve Murat arasındaki kavgadan haberi olmayan Merve ve Çiğdem bile burada neler olduğunu kolayca anlamıştı. Aslında onların kavga edeceğini daha Ali odaya girdiğinde bile anlamak mümkündü.
“Neden tartıştığınız sormayacağım” dedi Çiğdem kanepeye oturarak.
“Şömineyi biri söndürmüş. Yanana kadar oldukça kötü vakitler geçireceğiz.. Bunu söndürmek kimin ve nasıl aklına geldi?” dedi Merve.. Bakışları ikisine bakmakta olan iki erkeğe yönelmişti.
“Ben söndürdüm” dedi Murat kızararak. “Ama bunu kar başlamadan yapmıştım..Üzgünüm..”
Cevap vermeyen Merve ve hala ona bakmakta olan Burak şömineyi canlandırmaya çalışırken Çiğdem de diğer uykucuları uyandırmaya gitti. Ama uyananlar da pek fazla değildi. Semih, Eray ve Dilek mahmur gözlerle bir şey söylemeden kanepeye oturdu.
“Ali neden çıktı?” dedi Eray gözlerini tavandan ayırmadan…
“Silahları getirmeye gitti. Biliyorsun birazdan ava çıkmak zorundayız.”
“Ah hayır” dedi Eray büyük bir isteksizlikle. “Bunu neden havanın iyi olduğu bir zamanda yapmıyoruz?”
“Çünkü açlıktan ölmek gibi bir niyetimiz yok..”
“İnsanların 5 gün açlığa dayanabildiklerini duymuştum.”
“Dayanabilir ama dayanmak istemiyor.. Neden fırsatımız varken dayanmak zorunda kalalım ki?” dedi hafif bir sesle.
“Nasılsa benim demem bir şeyi değiştirmeyecek.Ama…”
“Hazır mısınız?”
4/13
Sesin sahibi çok sıkı giyinmiş olan Ömer’di. Doğrusu kimse onun bu kadar çabuk uyanıp giyineceğini sanmıyordu.
Orada bulunan tüm erkekler aynı anda ayağa kalkarak giyinmek için odalarına yöneldi. Kısa süre içinde beş erkek hazırdı.
“Hadi bakalım.. Kızlar iyice dinlenin çünkü çok fazla yemek getireceğiz.. Pişirmek için uğraşmanız gerekecek” Ömer gülümsedi. Erkeklere dönerek. “Ali silahları size dağıtmak için sizi dışarıda bekliyor.Hadi acele edin.”
Tüm erkekler dışarı çıkınca o kızlara bakarak..
“Asla dışarı çıkmayın.. Burada dağ kurtları çok fazladır.. Eğer biri sizi gözüne kestirirse kurtulma şansınız çok az. Bu yüzden bize gelene kadar burayı idare edin. Eminim ki siz kendinize eğlenecek bir şeyler bulursunuz. Dedikodu gibi..”
“Tamam Ömer tamam.. Bize ders vermeye kalkışma” dedi Melis sabahtan beri ilk defa konuşarak.
“Güzel” dedikten sonra o da dışarı adım attı.

Murat Ömer’in dışarı çıktığı için pişman olduğunu yüzünden okuyabiliyordu ama maalesef yapacağı başka bir şey yoktu. Murat’ın gördüğü manzara dehşet vericiydi. Kar o kadar sık ve çabuk yağmıştı ki şu anda bile neredeyse dizlerine kadar ulaşıyordu.
Bu sık ve tehlikeli ormanda yol arkadaşlarının rehberi olacak olan Oğuz bağırarak..
“Şimdilik Güney tarafına doğru gideceğiz.. Orada daha çok ayı vardır; bu yüzden dikkat etmenizi tavsiye ediyorum. Oradaki ayılar diğer ayılardan daha tehlikeli ve daha hızlıdır ama öldürülmeleri daha kolaydır. Ali herkese özel olan silahları dağıttıktan sonra yola çıkacağız. Eğer hesaplarım doğruysa gece yarısına doğru yüklü yemeklerle kulübeye ulaşacağız. İyi şanslar..” dedikten sonra bahsini ettiği yöne doğru ağır adımlarla yürümeye başladı. Bu arada Ali herkese silah dağıtmaya başlamıştı. Doğal olarak herkeste avcı tüfeği vardı ama hepsinin renkleri farklıydı. Murat silahını aldıktan sonra Oğuz’un peşinden yürümeye başladı. Arkadan Semih, Derviş, Burak geliyordu. En arkada da vurdukları hayvanları taşıyacakları kızakları sürükleyen Eray ve Ali vardı. Murat yavaşça yürüyen ama çok dikkatli davranan Oğuz’un yanına ulaştı.
“Buradaki ayıların daha tehlikeli ve daha hızlı olduklarını nereden biliyorsun?” dedi kaşlarını çatarak.
“Uzun zaman önce biriyle görüşme fırsatı yakalamıştım” dedi gülerek. “Ayılar hemcinslerine karşı çok hassas burada. Bir balık için kavga ettiklerini hiç göremezsin. Buda onları çok özel kılıyor.”
“Onları öldürmemiz doğru olur mu?” diye sordu Murat birdenbire.
“Bu bir döngü.. Onların sayesinde biz yaşayacağız.. Geyiklerin sayesinde aslanların yaşadığı gibi.”
“Ben sana çok güveniyorum Oğuz bunu biliyorsun. Sana güvenim her zaman sonsuzdur. Şimdiye kadar hep doğru kararlar verdin ve kararlarından asla şüphe duymadım ve duymam da. Ama Ali’ye güvenmiyorum. Bir sorun çıkartacağı hissi var içimde.”
“Ben buradayken Ali asla sorun çıkartamaz. Çıkartamaz.. Buna izin vermem asla” dedi oğuz güven verici bir ses tonuyla. “İçin rahat olsun.”
Geriden gelen Semih’in endişeli gibi bir hali vardı. Çok yorulduğu her halinden belliydi.
“Daha ne kadar yürüyeceğiz?” dedi yorgun yol arkadaşı..
“Amacımıza ulaşana, yani bir ayı görene kadar. Ama benden düz bir cevap istiyorsan ki muhtemelen istiyorsun o zaman söyleyeyim.. Yaklaşık 2 kilometreden sonra küçük bir tepecik göreceksiniz.Orada avı gözetleyeceğiz..”
“Cevabın için sağol..”
5/13
Semih diğerlerinin yanına giderek Oğuz’un ona söylediği şeyi aynen aktardı.
Ama buna rağmen Murat’ın aklına takılan çok önemli bir sorun vardı.. Kaşlarını çatarak:
“Biz ayı mı yiyeceğiz?”
“Hayır… Ayının avladığı hayvanları yiyeceğiz.. Uyku saati yaklaştığı için o yeterince çok yemek toplamış olacak.” dedi alçak bir sesle, bu zorlu kar fırtınası arasında yürümeye çalışırken.
“O zaman neden onları öldürüyoruz?” diye sordu Murat şaşırarak.
“Diriyken bizim yemekleri almamıza izin vermez.”
“O zaman neden uyumasını beklemiyoruz”
Oğuz’un aklı karışmıştı. Daha önce Murat’ın bu kadar çok soru sorduğunu bilmiyordu.
“Sen hep bu kadar soru sorar mısın?”
“Sorulardan hep bu kadar kaçar mısın?” dedi Murat buna cevaben.
Oğuz Gülümsedi. Cevaplamaktan başka çare bırakmamıştı Murat.. “Başka ayılar da olabilir diye.. Biz yemekleri çalarken bir başkası da bizi görebilir. Bu yüzden kanla başka tarafa doğru iz bırakacağız. Böylece kanı gören ayılar mağaraya girmek yerine kanı takip edecek.”
Bu arada Murat diğer sorularına başlayamadan ulaşmak istedikleri yere gelmişlerdi. Bu hafif yüksek bir yerde küçük tepeciklerdi. Tepecikler tam karşılarında bulunan kocaman bir mağaraya bakıyordu ki bu mağara onların ulaşmak istediği mağaraydı. Yedi kişi kısa süre sonra tepeciklerdeki yerlerini almaya başlamışlardı bile. Oğuz :
“Sabırlı olun.. Gelmesi biraz zaman alabilir.. Ayı mağaraya girmek üzereyken onu kafasından vurun ki acı çekmeden ölsün.”
Kimsenin bir şey demesini beklemeden o da tepecikteki yerini aldı ve tüfeğini hazırlayarak avını beklemeye başladı. Bu çok uzun sürecek gibiydi ama bu bekleyiş on bir kişinin açlıktan ölmesinden çok daha iyiydi. Eray yanında duran Murat’a :
“Ali ile olan kavganız yine mi başladı?”
“O adamdan nefret ediyorum. Keşke gelmeseydi.” dedi Murat. Gözleri tam karşısındaki mağaradaydı.
“Nedenini biliyor musun?” diye sordu Eray.
“Hayır bilmiyorum. Belki de…”
“Düşündüğün hiçbir seçenek değil” diyerek sözünü kesti Murat’ın. “Nedeni ikinizin Merve’yi sevmesi.”
“Ben onu sevmiyorum” diye itiraz etti Murat.
“Belki… Ama o öyle olduğunu sanıyor.. Biliyorsun artık Burak ve Semih onu sevmiyorlar.”
“Bunu nereden biliyorsun?”
“Onunla konuştum.”
“Ne zaman?” dedi Murat şaşırarak. Eray ne zaman onunla konuşma fırsatı bulmuştu ki?
“Ali sabah salona gelene kadar onunla konuşuyorduk. Ona senin onu sevmediğini açıklamaya çalıştım ama tahmin ettiğim gibi beni dinlemedi.”
“Bunca olaylardan sonra bir de bu eksikti” dedi kasvetli bir tatminle.
“Hazır olun” dedi Oğuz sakin bir şekilde. “Çok soğukkanlı olmanız gerekiyor. Eğer yerimizi anlarlarsa kaçmamız çok zor olur.”
Herkesi tüfeğini hazırladı. İki ayı geliyordu. Biri yetişkin diğeri de daha küçüktü. Yetişkin olan ayının ağzında ölü bir geyik vardı. Mağarasında daha bunlardan daha çok
Çok yavaş yürüyorlardı. Bu da gruptakileri çok kızdırıyordu. Her biri sabırsızlıktan yerinde duramıyor, bir an önce bu işi bitirebilmek için can atıyordu.
6/13
Ayı tam mağaraya girmek üzereyken Derviş’in attığı bir kurşun Ayı’nın göğsüne isabet etti. Ama daha ölmemişti. Bunu gören küçük ayı hemen babasının yanına koşarak garip garip sesler çıkarmaya başladı. Adeta üzüntüden uluyordu. Ali bağırarak :
“Küçüğü de öldürmemiz gerek. Başka ayıları çağırıyor.. Yerimizi belli edecek.”
Ama Oğuz aynı fikirde değildi. Ne de olsa aralarında ayı konusunda en bilgilisi oydu.
“Hayır.. Sadece ağlıyor.. O zararsız bize bir şey yapamaz.. Biraz sonra gider..”
Ali ayağa kalkarak küçük ayıya nişan aldı. Onu öldürecekti..
“Onu öldürmem gerek” dedi acımasızca..
“Hayır” dedi Murat ani bir şekilde ayağa kalkarak. “Buna izin veremem.”
Ali daha ateşlemeden yetişmek zorundaydı. Koşarak Ali’ye omuz atarak İkisinin de tepecikten aşağıya yuvarlanmalarını sağladı. Ama Ali yine de ateş etmiş ama küçük ayıyı ıskalamıştı. Ateş ettiği mermi yetişkin ayının gözüne isabet ederek onun kolayca ölmesini sağladı. Bunu fırsat bilen küçük ayı ise sesler çıkararak oradan kaçtı.
İki düşman en aşağıya geldiklerinde Ali :
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” dedi boğuk bir sesle.. Yüzü ruh gibi bembeyazdı.
“Onu öldürmene asla izin veremem.” dedi Murat. O da aynı Ali gibiydi.
“Demek öyle” diyerek Murat’a çok sert bir yumruk attı. Daha Murat’ın kalkmasına fırsat vermeden ona doğru hızlıca yürümeye başladı. Ama buna izin vermeyen Murat Ali’nin karnına bir tekme atarak onun iki büklüm olmasını sağladı. Daha sonra Onun kafasını taşa vurarak bayıltmaya çalıştıysa da nafile. Ali çok güçlü biriydi. Çabuk toparlanarak Murat’ın kolunu beline doladı ve bir kez daha yüzüne vurdu. Murat yere düşünce bunu fırsat bilerek üstüne atladı. Tam boynuna hızlı bir şekilde vurarak onu bayıltacaktı ki Murat da yerdeki bir taşı alarak Ali’ye vurdu. Artık yapabileceği bir şey yoktu Murat üzerine yürürken o yerdeki tüfeği alarak Murat’a doğrulttu. Artık her şey bitmişti.
“Uzun zamandır bu anı bekliyordum” dedi Ali kızgın bir şekilde.
“Hadi beni öldür.. Tetiği çek..”
“Ölmek mi istiyorsun? Benim seni öldüremeyeceğimi mi sanıyorsun?”
Tam ateş etmek üzereydi ki arkasından gelen bir ayı pençeleriyle vurarak Ali’nin yere düşmesini sağladı. Bu arada çıkan kurşun Burak’ın sol omzuna isabet etti. Ali’ye vuran ayı çok kızgındı. Muhtemelen izin verilse onu parçalayacaktı ama Oğuz buna izin vermedi. Onun tüfeğinden çıkan kurşun Ali’ye saldıran ayının tam kafasına isabet etmişti. Yine de Ali çok zor durumdaydı. Kafasındaki yaralar bir yana bu yaralara bir de sağ kolu eklenmişti. Tamamen kanlar içerisindeydi. Tüm yol arkadaşları aşağıya indi. Oğuz Ali’nin yanına gelerek çömeldi :
“Ali iyi misin?”
“İyi gibi mi görünüyorum?” dedi zor duyulabilen sesiyle.
“Derviş ve Semih! Ali ve Burak’ı kızaklara taşıyın…Diğerleri de mağaradakileri taşımama yardım etsin!”
En başta yetişkin ayının avlamış olduğu geyiği kızağa taşıdılar. Bu onlar için bir hafta iş görürdü. Oğuz, Murat ve Eray ise mağaraya girdiler. Daha önce tahmin ettikleri gibi içeride ayının avlamış olduğu iki tane geyik ve yedi kadar tavşan vardı. Balıkları saymaya bile gerek yoktu. Oğuz :
“En azından çabalarımıza değdi. Eray bunları kızağa yükleyelim. Murat sen biraz dinlen.”
“Ben mağarada dolaşacağım biraz..” dedi Murat cüretle.
Kimse bir şey demeyince o ağır adımlarla mağaranın derinliklerine doğru yürümeye başladı. Mağara gerçekten de enfesti. Bulunduğu yer ne tam karanlık ne de tam aydınlıktı. Işığın ise nereden geldiği belli değildi. Uzun zaman boyunca yürüdü ve arkadaşları çok gerilerde kaldı ama o buna rağmen durmadı ve yürümeye devam etti. Geri dönmek zorunda olduğunu biliyordu ama geri dönmek istemiyordu. Sonunda mağaranın sonuna geldi. Hayretler içerisinde karşısındaki mabede baktı. Bir tapınak görünümündeydi. ‘Buraya bunu yapmayı nasıl başardılar?’ diye düşündü kendi kendine ve onu incelemeye koyuldu Mabet’in çatısını iki tane muazzam sütun tutuyordu. Ama kapı yoktu. Onun yerine bir aslan heykeli ve onun ağzında da çok parlak ve muhteşem güzellikte bir taş vardı. Koşarak taşa baktı.
7/13
Taş parlak mavi renkteydi. Sanki içinde fosilleşmiş bir hayvan var gibiydi ama tam belli olmuyordu. Taşı aslan heykelinin ağzından çıkarmaya çalıştı ama başaramadı. Taş sıkışmış gibiydi. Biraz daha zorladıktan sonra taşı çıkarmayı sonunda başardı. Biraz ağır gibiydi ve yuvarlaktı. Onu cebine sokarak arkadaşlarının bulunduğu yere doğru koşmaya başladı. Oraya ulaştığında Eray biraz kızmıştı :
“Sen nerde kaldın? Senin eğlencen için burada beklemek zorunda değiliz!”
“Başımın rahatlaması için. Çok ağrıyor.” Diye sızlandı genç maceracı.
“Hadi gidelim..” dedi bu grubun başkanı olan Oğuz..
Burak ve Oğuz yemeklerle dolu olan kızakları mağaradan çıkararak onları karların arasında bekleyen diğer kızakların yanına getirdiler. Ve beraberce eve doğru yol almaya başladılar.. Çok uzun süren bir yolculuktan sonra sıcak kulübelerine ulaştılar. Kapıyı açan Dilek’in yüzünde bir gülümseme vardı ama yaralıları görünce silindi.
“Size neler oldu böyle?”
Diğer kızlarla beraber yaralıları salona götürdüler. Erkekler ise yemekleri daha salona girmeden hemen sol tarafta bulunan boş bir odaya götürdüler. Bu yer depo idi.
Yaralıların tedavileri sürerken diğerleri salonda oturarak sıcak bir ortamın keyfini çıkarmaya
koyuldular.
Dilek :
“Neler oldu?Söylesenize..”
“Sadece Ayı saldırısına uğradık o kadar..” dedi Semih detayları açıklamaktan kaçınarak.
“Sizin suçunuz.. Bu güzel ormanda avlayacak o kadar çok şey varken siz ayıların avladıklarını istiyorsunuz.”
“Avlamak o kadar kolay değil.” diye araya girdi Eray.
Aradan susmakla geçen koca bir üç saat oldu. Herkes birbirine bakıp duruyordu. Bu arada Burak, Murat ve Ali’nin tedavileri yapılmış, yaraları yavaş yavaş iyileşmeye başlamıştı. Ve Ali sargıyla salonu terk ederek kendi odasına uyumaya çekildi.
Sonunda Merve :
“Hadi Murat.. Bu Korku Şöminesinin karşısında bize güzel bir korku hikayesi anlat.. Aynı eski günlerde ki gibi.”
“Tamam madem öyle istiyorsunuz.” dedi gülümseyerek. Bugün olan olaylar onda ruhsal bir etki yaratmamıştı. “Amerika'da bir baba ve oğlu beraber bir karavan yolcuğuna çıkmışlar. Alternatif bir tatil yapmayı planlıyorlarmış. Belli bir yol güzergahı çizmedikleri için macera olsun diye anayoldan sapıp, dar bir yola girmişler. Bayağı bir yol gittikten sonra çöl gibi bir yere varmışlar. Etrafta in cin top oynuyormuş. Bu sırada adam benzinlerinin azaldığının farkına varmış. Hemen haritayı açıp en yakın yerleşim yerini aramışlar. Karavan bir süre daha gittikten sonra benzin bittiği için yolda kalmış.
Baba kasabaya gidip benzin alıp geleceğini söylemiş. Ancak çocuk bulundukları yerden hiç hoşlanmamış. Babasına kendisini de götürmesi için yalvarmış. Ancak adam çocuğun onu yavaşlatacağını düşündüğü için karavanın kapısını kilitleyeceğini ve kısa sürede döneceğini söyleyerek çıkmış. Cep telefonunu da çocuğa bırakmış. Çocuk korku içerisinde beklemeye başlamış. Bir saat geçip babası geri dönmeyince paniğe kapılmış. Bir zaman sonra, karavanın tavanından "pıt pıt pıt" diye sesler gelmeye başlayınca telefona sarılıp, eyalet polisini aramış. On dakika sonra kasaba şerifi karavana ulaşmış. Şerif ve yardımcıları kapıyı kırarak açmışlar. Çocuk dışarıya çıkar çıkmaz babasının kasabaya gittiğini, ama çok geç kaldığını nefes nefese anlatmaya başlamış.
Ama şerif çocuğa bakacağına karavanın yanından yükselen ağaca bakıyormuş. Sonra yardımcısına "Çocuğu buradan uzaklaştırın" deyince, çocuk arkasını dönüp ağaca bakmış ve düşüp bayılmış. Meğer karavanın üzerine pıt pıt diye damlayan, ağacın dalına asılmış olan babasının kafasız cesedinden akan kanın sesiymiş.”
Murat direkt olarak herkesin yüzüne baktı. İlginç bir şekilde hepsinin yüz ifadesinde tiksinme vardı. Bu ilginçti çünkü insanlar böyle bir hikayeyi tiksindirici değil korkutucu bulurlardı. Özellikle gece korku şöminesinin önündeyken.
8/13
Oğuz geriye yaslanarak tavana baktı :
“Zavallı Çocuk.. Babasının ölmesi bir yana birde onu ölüyken gördü.”
“Bu sadece bir hikaye. Abartmaya gerek yok” diye atıldı Dilek. O asla hiçbir hikayeden korkmaz ve etkilenmezdi. Ama Oğuz onun tam aksine tüm anlatılan korku hikayelerine inanır baş roldeki insanlar için üzülürdü.
“Her neyse” dedi Murat. “Korku hikayelerini bırakın da size bir şey göstereceğim.”
Herkes merakla Murat’a baktı. Herkes Murat’ın biraz sonra göstereceği şeyi heyecanla bekliyordu çünkü eğer Murat onları heyecanlandırdıysa mutlaka bir nedeni vardır ve bunu da yol arkadaşları çok iyi biliyordu. Murat cebinden darlak taşı çıkardı. Eskisinden çok daha hafif ve parlaktı.
“Bu ne?” dedi dikkatli bir şekilde taşa bakmakta olan Derviş.
“Bunu ayının mağarasında ki bir tapınakta buldum.” dedi Murat heyecanla..
“Saçmalık…” dedi Nesrin.. Aslında doğaüstü olaylarla ilgilenirdi ama bu ona hem saçma hem de garip gelmişti. “Böyle bir şey imkansız.. Hepimiz biliyoruz ki buralarda tam 300 yıldır kimse yaşamıyor.. Bu da bu tapınağın yapılmasını imkansızlaştırıyor.”
“Bu tapınak 1000 yıl önce yapılamaz mı mesela?”
“Nasıl yapacaklar ki… Gerekli aletler olmadan nasıl yapacaklar ki”
“Peru’nun incisi Macchu Picchu ve Mısır’ın kalbi Piramitleri yaptıkları gibi.”
Herkes dikkatle taşa bakıyordu. Bu gizemli taştan hoşlandıkları belliydi ama buna rağmen biraz kuşkuyla bakıyorlardı çünkü burada çok uzun zaman boyunca yaşamışlardı ve o süre boyunca da bunu bulamamışlardı.
“Derviş” dedi Murat. “Muhtemelen yanında getirdiğin ansiklopediler vardır. Canın sıkılmasın diye.. Onların arasından bu taş hakkında bilgi bulabilir misin? Belki vardır.”
“Büyük bir zevkle” dedi Derviş ve gülümseyerek odayı terk etti. Murat ise ışığı zayıflamakta olan taşı cebine koydu.
“Buranın lanetli olduğun bilmiyordum” dedi Dilek.. Muhtemelen tartışma çıkacaktı.
“Gözler kendilerine, kulaklar başkalarına inanırlar… Burası lanetli falan değil.. Bunu hepimiz biliyoruz..”
“Böyle konuşmanın kimseye bir faydası olmaz” dedi Oğuz. “Yapabileceğimiz tek şey oturup Derviş’in bunun hakkında biraz bilgi vermesini ummak..”
Kimse bir şey demedi. Oturup beklemeye başladılar. Uzun zaman bekledikleri takdirde muhtemelen hepsi uyuyakalacaktı çünkü çok yorgundular. Bu açık bir şekilde yüzlerinden okunabiliyordu. Aralarında uyuması en zor olan Burak’ın bile uykusu gelmeye başladığı sırada Derviş büyük bir heyecanla salona girdi. Yüzünde ki sevinç gözlerine yansımıştı.
“Taş hakkında bilgi buldum” dedi büyük bir zevkle..
Herkes toparlanıp mesaj sahibine gözlerini dikip dinlemeye koyuldular.
“Bu taş.. Yüzyıllar önce dünyamızda yaşayan Nephilim adında İnsan-Melek karışımı Melez bir ırk tarafında yapılmıştır. Söylenenlere göre Nephilim’ler o kadar güçlülermiş ki onları yenmek imkansızmış. Bir kehanete göre onlara dünyadaki insanlığı yok etme ve yeni bir dünya kurma görevi verilmiş. Nephilim’in son üyesi Türkiye’de bir yerde gömülmüştür. Onları canlandırmanın tek yolu Murat’ın elindeki Taşlardan yedi tanesini toplayıp onları İtalya Floransa’daki bir tapınakta bulunan kocaman bir kayaya yerleştirmekmiş. Nephilim’ler ancak bu şekilde canlanır,insanlığa son verme sürecini başlatabilirlerdi.”
“Peki Nephilim’leri nasıl öldürmüşler.. Madem onları yenmek imkansızdı o zaman nasıl öldüler?” dedi Çiğdem düşünceli bir tavırla..
“Nuh zamanında İnsanlığın çoğunu yok eden sel sadece insanlara ceza vermek için değil aynı zamanda Nephilim’leri yok etmek içindi de.. Ama canlanırlarsa onları öldürmenin tek yolu yedi Taş’lı Kaya’yı aynı anda yok etmek olacak.”
“Peki bu taşlar neden bu kadar önemli?” dedi Murat elinde ki taşa bakarak.
9/13
“Bu taşlar taş sahibine önemli bir güç veriyormuş. Bu taşın içinde Nephilim’lerin güçlerinin bir bölümü var. Yedi taşın toplamında ki Güçler Nephilim’lerin güçlerine eşit. Floransa’daki Kaya’da Taşlardaki gücü birleştiriyor. Ancak bu taştaki gücün toplamı bir ırkı tekrar canlandırabilir.”
“Taşlar sahibine önemli bir güç veriyor dedin” Murat’ı tüyleri diken diken olmuştu. “Bu taşın sahibi ben olduğuma göre bana bir güç vermesi gerekli. Benim taşım bana hangi gücü verecek?”
“Yedi tane Taş var. Bunların renkleri Mavi ki seninki bu.. Mavi, Kırmızı, Yeşil, Mor, Beyaz ve Siyah… Siyah tek bir sözle insan öldürebilir.. Beyaz sana enerji verir. Mor esnek olmak, Yeşil uçmak için. Kırmızı ve Mavi görünmez olmaya Sarı da bir insanı hayata geri döndürmeye yarar. Ama verilen bilgiye göre bunları kullanmayı bilenler sadece Nephilimlermiş. Onlardan başka kimse bunları kullanmayı bilmiyor. Eğer öğrenmeyi başarırsan Taş’a hükmedersin.”
“O zaman bunu iyi bir yere saklamak gerekli.” dedi Murat.
“İşte en önemli konuya gelmek üzereyiz.” dedi büyük bir üzüntüyle. “Bu taşı bir kere bulanlar ona sonsuza kadar sahip olmak zorundalar. Bundan sonra Taş Sahiplerinin görevi taşı bir şekilde yok etmek. Ama uzun süre bu taşla yaşayamazsın. Çünkü Taş senin her geçen gün enerjini emiyor senin yaşam süreni yavaşlatıyormuş.”
Murat daha konuşamadan araya Ali girdi. Uzun zaman boyunca onları koridordan gözetlediği belliydi.
“Murat her zaman ki gibi bize sorun çıkartıyor. Bence onun taş ile yaşamasına izin vermeli. Uzun ya da kısa yaşamış fark etmez.. Nasılsa hepimiz öleceğiz.. Bu taş hakkında sonsuz bir bilgim var ama bunu seninle paylaşmaya hiç niyetim yok. Zaten kimsenin senin taşı yok etme macerana seninle gelmek isteyeceğini sanmıyorum. Neden senin için ölsünler ki.”
“Ben geleceğim” dedi kararlı olan Çiğdem.
“Ben de” dedi Merve..
Herkes onunla gelmeyi kabul edince Ali’nin yüzü asıldı..
“Madem öyle… O zaman benimde iyi şanslar demekten başka elimden bir şey gelmiyor.”
“Sen bizimle gelmiyor musun?” dedi Merve.. Biraz sinirlenmiş gibiydi.
Bunu gören Ali aniden fikrini değiştirdi. “Tabii ki geliyorum.. Ama güvenin bana Murat’ın yaşaması imkansız.. Enerjisi bitince bize yük olmaktan başka bir işe yaramayacak.”
“Ama biliyorsun ki” dedi Derviş. “Eğer Kaya ile birlikte tüm taşlar yok edilirse onun tüm gücü geri gelir.”
“O zamana kadar gücü tükenmezse tabii..”
“Peki diğer taşlar nerede?” dedi Nesrin.
“Bu akşam uyuyun.. Yarın sizi büyük bir sürpriz bekleyecek.” Ardından kimsenin konuşmasına fırsat bırakmadan kendi odasına çekildi.
Çiğdem’in heyecandan tüm vücudu titriyordu. Bu hayatın monotonluğundan kurtulup büyük bir serüvene atılacak olma fikri onu derinden etkiliyordu.
“Ama Ali’nin ve benim unuttuğumuz önemli bir şey var. O da yakında bir nephilim olmadığı sürece Taş Murat’ın gücünü emmeyecek. Yani emebilmesi için yakınlarda canlı ya da cansız Nephilim olması gerek.”
“İşte bu daha iyi” Dedi Naz..
“Hayatım boyunca böyle bir macera istiyordum. Sonunda geldi..” dedi Merve. “Kimsenin bu yüzden üzüntülü olduğunu sanmıyorum.” Yeşil gözleri etrafı taradı. Herkes onunla aynı fikirdeydi. “Şimdi yapmamız gereken tek şey…”
“Uyumak” diye sözünü tamamladı Çiğdem. “Yarın büyük bir maceranın ilk günü” dedi heyecanla.. Murat da dahil herkes kendi odasına çekildi.
Bu gece hayatı boyunca yaşadığı en maceralı geceydi. Çünkü daha önce Ofise git-Ofisten dön,yemek ye ve uyu.. Hayat hep böyleydi.
10/13
Yatağına yattı ama uykusu yoktu. Acaba Ali’nin dedikleri doğru muydu? Yine arkadaşlarının başına iş açmıştı ve o bu durumdan hiç memnun değildi. Neden mağaranın devamına keşfe çıkmıştı ki? Her şey bir yana Şu Nephilim olayı da neyin nesiydi? Onları kim canlandırmaya çalışıyor ki biz yok edelim? Aklına binlerce soru geliyordu. Murat kalkıp Derviş’in odasına yöneldi. Madem bunları o kadar merak ediyordu o zaman en iyi yapacağı şey bunu en iyi bilenle konuşmaktı. Derviş’in kapısını çaldı. İçeride bir takım fısıltılar duyulduktan sonra Derviş kapıyı açtı.
“Ben de seni bekliyordum” dedi gizemli bir tebessümle.
Murat içeri girdi. Oda çok dağınıktı. Masanın üstünde Her tarafa saçılmış kitaplar ve üst üste yığılmış ansiklopediler mevcuttu. Derviş araştırmayı seven biriydi.
“Derviş neler oluyor?” dedi Murat.
Ama onun sorusunu başka biri cevapladı. “ Dünyaya bir umut daha doğdu Bay Yamadağ.”Murat Sesin sahibine baktı. Bunu söyleyen daha önce hiç kimse de göremediği kadar beyaz tenli ve uzun saçlıydı. Hem mutlu hem de mutsuz olduğuna yemin edebilirdi. Çok hoş, zayıf bir bayandı. “Cennette yaşadığım uzun süre içerisinde her zaman insanları inceledim. Herkesin kendine göre sorunları var. Bazıları sevinçli bazıları tam tersi ama her biri bir diğerinin yaşamasını olanaklı kılıyor. Bunu bir zincir olarak düşünün. Biri koparsa denge bozulur ve hepiniz yok olursunuz.”
“Siz kimsiniz?” dedi Murat nazik bir ses tonuyla.
“Ben Sophariel Mehayye.Ölüm ve Hayat kitaplarının koruyucusu ve Merkabah’ın 8 Koruyucu meleğinden biriyim. Kardeşim Sophariel Mameth birazdan burada olacak.”
“Melek mi?”
“Evet.. Melek olmam inancınızı sarsmıyordur umarım. Sizin için inanmanın zor olduğunu tahmin edebiliyorum.”
“Bir meleği dahi buraya getirecek kadar önemli ne olabilir?” Karşısında ki kişinin melek olup olmamasını tartışacak değildi.
“Maalesef şu an içinizde bulunduğunuz durum… Kimliği belirsiz biri Nephilim’leri canlandıracak kadar çok bilgiye sahip ve şu an harekete geçti. Şu anda bile Beyaz ve Mor taşlarına sahip.”
“Bizden başka herkes Nephilim’leri çok iyi tanıyor sanırım.”
“Siz de tanıyacaksınız yakında.” dedikten sonra onun ikiz kardeşi Sophariel Mameth ona mavi bir kitap verdi. O kadar çok parlıyordu ki gözlerini alıyordu.
Sophariel Mehayye baş parmağını kitabın üzerine koyarak yazıların daha okunabilir olmasını sağladıktan sonra:
“Okuman bitince Nephilim’ler hakkında daha çok bilgiye sahip olacaksın.”
Murat yatağa oturdu ve elindeki parlak kitabı okumaya başladı.Yazılar sürekli büyüyüp küçülüyor gibiydi.
“İnsanlar gibi görünürler ama daha uzun ve sessizdirler. Grigori gerek ruh, gerek fiziki olarak neredeyse devler kadarlardı.
Grigoriler Tanrı tarafından ilk insanları gözetmeleri, yol göstermeleri için yaratılmıştı. Ne yazık ki Grigoriler bu görev için uygun değillerdi ve bunun yerine Tanrı tarafından yasaklanan büyü, sihir, yıldızları okumak gibi erdemleri insanlara öğrettiler.
Enoch'da bir grup meleğin ölümlü kadınlar tarafından baştan çıkarıldığından bahsetmektedir.
Bu grup hakkında kısa bir pasaj bulunmaktadır.
‘Tanrının oğulları, insanların kızlarını gördü, onlar çok güzeldi; ve seçilmiş olanlar insanların kızlarını eşleri olarak aldı’ Genesis 6:2-4
11/13
Tanrı'yı sinirlendiren ise bu meleklerin yol göstericilik yaptıkları bu kadınlara aşık olup onlarla evlenmeleriydi. Bu kadınlarla birlikte olabilmek için fiziksel görünüşlerini bile hiçe saymışlardı. Kilise meleklerin cinsiyetinin olmadığını ve bu nedenle üreyemeyeceklerini kanıtlamaya çalışsa da Genesis 6:4'den alınan pasajda ‘Tanrı'nın oğulları insanların kızlarına gitti ve onlardan çocuk sahibi oldu.’ diye belirtilmiştir. Grigorilerle insanların birleşmesinden olan yarı doğurgan çocukların isimleri ‘Nephilim’ koyuldu.
Enoch der ki;
‘... ama onlar, yol göstericiliklerini hiçe sayıp, cennetsel görevlerini boşlayarak eşlerini insanlar arasından seçtiler...’
Bu Tanrı'yı çok kızdırdı ve onları ‘düşmekle’ cezalandırdı.
Böyle birşey affedilemezdi. Bunun üzerine Grigoriler görevlerinden alınarak cennette hapis oldular. Eski zamanın birinde çıkan büyük bir sel yalnızca insanları cezalandırmak için değil yarı insan yarı melek olan Nephilim'i de dünyadan temizlemek içindi.”
Murat kitabı kapattı ve direkt olarak Sophariel Mehayye’nin olduğu yere baktı ama hem o hem de kardeşi Sophariel Mameth gitmişlerdi. Daha kitabı masanın üzerine koyamadan kitap da yok oldu.
Murat çok şaşırmıştı. Hayal bile edemediği kadar garip olay bir gün kadar küçük bir zaman diliminde gerçekleşmişti.
“Derviş.. Sen tüm bunları biliyor muydun?”
“Hayır.. Aslında öğreneli yaklaşık 1 saat oluyor.. Araştırmaya gittiğimde onlarla karşılaştım.. Yoksa Nephilim’leri benim getirdiğim kitaplar arasında bulmak imkansız.”
“Sen hiç şaşırmadın mı? Yani bu olaylar insanın başına kolay kolay gelmez.” dedi Murat şaşırmış bir şekilde.
“Elbette ki şaşırdım. Doğal olarak..” diyerek gülümsedi. “ Ama inanabilmek için onların çaba sarf etmesine gerek yok.”
“Doğru.” dedi Murat.. İlginçtir ki o da onların Melek olduğuna hemen inanmıştı.
Derviş cebinden mavi bir madalyon çıkardı. Üzerinde Anka Kuşu’nun resmi vardı ve tamamen pürüzsüz bir taştı. Sanki dünyadaki en iyi taş ustaları birleşip yapmışlar ve sanki dünyanın başlangıcından beri var gibiydi. Aynı madalyonun kırmızısı Derviş’te vardı..
“Bu taş sana verildi. Senden başkası takarsa ölecek.. Bu yüzden bir an önce taksan iyi olacak.” diyerek taşı Murat’a uzattı. Murat taşı aldığında o da kitaplarını karıştırmaya başladı.
Murat taşı alıp onu taktığında yumuşak bir bayan sesi. “Evet Murat.. Artık bizden bir sayılırsın..”
“Sen de kimsin?” dedi Etrafına bakarak.
“Ne oldu Murat.. İyi misin?” dedi Derviş Kitaplardan kafasını kaldırarak.
Murat sesli konuştuğunu fark ederek. “Ah Özür dilerim.. Kendi Kendime konuşuyordum.”
Derviş kaşlarını çatarak araştırmasına devam etti.
“İçinden konuşabilirsin.” dedi o yumuşak ses.
“Sen de kimsin?”
“Benim adım Soqued Hozi. Senin bundan sonra ki rehberin ben olacağım. Bana istediğin soruları sorabilirsin. Cevaplamaktan çekinmem. Eğer bana ihtiyacın olursa madalyonu İki elinle tutup içinden ismimi fısılda.”
“Sorulara şimdi başlayabilir miyim?”
“Kuşkusuz.”
“Diğer taşlar nerde?”
“Maalesef bunu bilecek kadar kıdemli değilim. Onu sizi yarın sabah karşılayacak olan huzur prensleri ve Merkabah’ın koruyucuları söyleyecek.”
“Peki bu taşları nasıl kullanacağım. Gerçekten onları Nephilim’lerden başka kimse bilmiyor mu?”
12/13
“Derviş’in size aktardığı şeyler doğru. Ama herkesin bildiğinin aksine her Nephilim kötü değildir. Kötülerin ağırlıklı olduğu doğru ama hepsinin kötü olduğunu söylemek çok yanlış. Ve Gleoir adında ki bir Nephilim taşları nasıl kullanacağını yazdı ve bu yazıyı Hoolaa tapınağına -ki bu tapınak’ta aynı zamanda taş da gizli- koydu. Orda onları nasıl kullanacağını açık ve net bir şekilde anlatıyor.”
“Bu durumda oraya gitmek zorundayız.”
“Evet doğru. Ama oraya gitmeniz çok zor çünkü o Tapınak bir çok İblis ve Chabucabra tarafından korunuyor. Üstelik bu kimliği belirsiz kişi sizi engellemeye çalışacaktır.”
“Chabucabra nedir?”
“Chabucabra insan organları sayesinde yaşayan ve boyu 75 Lovi (Yaklaşık olarak 1,5 Metre)
olan tiksindirici bir yaratık. İçine kimyasal bir sıvı salgılayarak tüm organlarını eritiyor ve daha sonrada boynuna iki delik açarak onları emiyor. Onların iğrenç ziyafetinden sonra senden geriye kalan tek şey deri ve kemiklerin oluyor.”
“Peki nasıl öldürülebilir.”
“Bir insan’ı nasıl öldürüyorsan onu da aynı şekilde öldürebilirsin. O konuda pek bir özelliği yok.”
“Peki… Yardımınız için çok teşekkürler.”
‘Yardımın için çok teşekkürleri’ tercih ederim.”
“Tamam..” dedi Murat gülümseyerek. Ve mavi ışık birden sönüverdi. Bunu fark eden Derviş ona baktı ama bir şey demedi.
Murat Derviş’in çalışmasını bölmek istemediğinden bir şey demeden yavaşça odadan çıkıp ağır adımlarla kendi odasına yürüdü. Artık tüm taşları yerine oturmaya başlamıştı. Odasına ulaştığında hiç vakit kaybetmeden kendisini yumuşak yatağına bıraktı. O kadar yorgundu ki hemen uyuyuverdi.
Koşuyordu.. Hem de tahmin edebileceğinden çok daha hızlı. Arkasında muhtemelen binlerce kişi vardı. Ama bu onun umurunda bile değildi. Ama maalesef bir uçurum kaçmasının engelleyerek onun durmasına neden oldu. Arkasına baktığında sayamayacağı kadar çok asker (ya da onun gibi bir şey. Ama kesinlikle insan değildi.) ona doğru hızla geliyordu. Ona çok yaklaştılar ama üzerine gelmediler. Aralarında ki biri birkaç adım yaklaştı ona.
“O taşı bana vermeni emrediyorum!” Sesi bir böceğin vızıldaması gibiydi.
“Benim üzerimde bir üstünlüğün yok..
“Ama onu vermezsen öleceğini biliyorsun.”
“Onu verdiğim zaman da öleceğimi biliyorum” diyerek elinde yeşil taşı hızla yere attı ve onun kırılmasını sağladı. Kırılan taştan çıkan beyaz ışık onun peşinden gelen binlerce kişinin üstüne nüfuz etti. Orada bulunan kişiler sanki yanmış gibi büyük acılar çekerek bağırmaya başladı. Bir süre sonra hepsi yerde ölü yatıyordu. Ama her şey bitmemişti. Birden deprem olmaya başladı.
Ardından hemen uyandı. Oğuz uyanması için onu sarsıyordu.
“Murat uyan.. Murat… Murat…”
Murat gözlerini açtı. Etrafta binlerce oğuz vardı ve hepsi de dönüyordu. Henüz kendine gelebilmiş değildi.
“Uyanman gerek Dostum.. Geldiler..”
Murat hiç beklemeden “Kim geldi?”
“Biraz sonra bunu göreceksin.. Yeter ki kalk.. Herkes seni bekliyor.. Gidiyoruz..”
Murat ayağa kalktı. Hala başı dönüyordu. Giysileri ile beraber yattığı için bir şey giymesine gerek yoktu. Üstelik üstüne bir şey bile örtmemişti uyurken.
“Nereye gidiyoruz?”
“Murat.. Soru sorup durma ve peşimden gel.”
13/13
Murat bir şey demeden Oğuz’un peşinden koridoru geçti. Salona ulaştığında yol arkadaşları ile birlikte bir de Sophariel Mehayye ve Sophariel Mameth vardı ve herkes onun etrafına toplanmıştı. Murat’ta onların yanına ulaştığında Sephariel Mehayye hemen konuştu.
“Evet sonunda beklenen an geldi. Biraz sonra Merkabah’ın 8 Koruyucusu ve huzur prensleri size karanlık yolun başlangıcına kadar eşlik edecekler. Onların yanındayken sakın dalga geçmeyin ve herhangi bir şekilde espri yapmayın. Çünkü onların espri anlayışları yoktur. Size soru sormazlarsa asla konuşmayın… Bir sorusu olan var mı?”
Kimse bir şey demedi. Herkes büyük bir heyecanla konuşan kişiye bakıyordu. Bunun üzerine Sophariel Mehayye.
“Güzel.. Şimdi ağır adımlarla dışarı çıkın. Erkekler başka kızlar da başka arabaya binecek. Bu yüzden sadece onların talimatlarına uyun ve sakın karşı çıkmayın.”
Dilek, Çiğdem, Merve, Nesrin, Naz, Melis, Oğuz, Eray, Burak, Ömer, Ali, Semih, Derviş ve en arkadan da Murat dışarı çıktı. Dışarıda söz verildiği gibi iki tane at arabası onları bekliyordu. Huzur Prensleri ve Merkabah’ın 8 Koruyucusu dedikleri kişileri ciddi görünümlü insan gibi görünüyorlardı. Çok fazla ciddi görünmeleri hariç insandan pek bir farkları yoktu. Erkekler kendilerine ayrılan arabaya bindiler. At arabası dışarıdan göründüğünden çok daha büyüktü. Üstelik mükemmel döşenmiş bir otel odası gibiydi. İçeri girdiklerinde ona eşlik eden meleklerden biri gür sesiyle konuştu :
“Lelpin tokah alam ben de’velakrelin.Girlmim de faste”
Melek bunu dediğinde Murat’ın içine tatlı bir uyku çöktü. Daha yeni uyanmasına rağmen sanki aylarca uyuyamamış ve uyumaya yeni fırsat bulan birinin isteğiyle uykuya daldı. Uyanana kadar rüya görmedi ama onun yerine çok tatlı ve ezgisel şarkılar dinledi. Sonunda uyandığında Onların uyumasını sağlayan Melek :
“Evet kardeşlerim.. Karanlık Yol’un başlangıcına geldik. Pencereden görebilirsiniz.”
Tüm erkekler büyük bir heyecanla camdan dışarı baktılar ama büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Gördükleri şey parçalanmış cesetlerin ardında duran kırmızı yazılarla döşenmiş büyük kara bir kapıydı. Zaten Karanlık Yol’un başlangıcı için pek hayırlı bir şey düşünemezlerdi çünkü bu onlar için büyük bir haksızlık olurdu.
Erkekler inince Murat kızların da yüz ifadesinin erkeklerden farklı olmadığını fark etti(gördü). Onlar da böylesine iğrenç bir yer beklemiyordu. 13 Yol arkadaşı Melekler eşliğinde Kara Kapı’nın önüne geldiler. Melek iğneleyici bir ses tonuyla.
“Tanrı adına bu kapıyı aç.”
Birden kapının önünde aynı onlar gibi olan ama kırmızı gözlü biri belirdi ve:
“Tanrı’nın adına mı?” Alaycı bir şekilde güldü. “Burada Tanrı’nın sözü geçmez. Burası onun unuttuğu bir yer.”
“Görünüşe bakılırsa unutmamış.”
“Bizi rahat bırakın. Bir sınır belirledik…Bir anlaşma yaptık.” dedi sinirlenerek.
“Eğer kapıyı açmazsam sana Dipsiz Kuyu’da sonsuz bir tatil ayarlayabilirim.” “Ben arkadaşlarıma ihanet etmem.”
Melek elini açtı ve aniden Murat’ın elindeki Mavi kitap onun ellerinde belirdi.
“Sen bilirsin.”
İblis Mavi kitabı görünce adeta soldu.. Yukarıya doğru bağırarak “Kapı açılsın”
“İşte buna sevindim.. Bize zorluk çıkarmak istemezsin.” İblis korktuğundan tek kelime bile etmedi.
Ve yol arkadaşları Kapı’nın ardındakileri görmemeye çalışarak oraya doğru yürümeye başladılar. Kapı’nın ardındaki gerçekler onların korktuğu gerçeklerdi ama yapabilecekleri hiçbir şey yoktu.
Yorumlar
MK Okuru
MK Okuru 10.07.2025 04:26
Kalan Karakter: 300 Gönder
İlginizi Çekebilir