Bir de Billy Laidlaw var tabi. İki üç sene önce ilk parladığı maçlarda herkes onun geleceğin büyük River Park efsanesi olacağını düşünüyormuş. Daha sonra 2-3 kez milli takıma da seçilince dev klüpler onunla flört etmeye başlamış. Fakat Laidlaw, bu erken bulduğu şöhretin büyüsüne kapılıyor ve kariyerini günden güne çöpe atmaya devam ediyor.
Biraz oynayıp tanınmaya başlayınca, Billy size takımda ilk dostluk elini uzatan oyuncu. Kampa bayan "hayranlar" getirmek bunda, her maçtan sonra yıkılana kadar içip antrenmanda uyumak bunda. Tabi eğer bu yetenekli ama disiplinsiz oyun kurucu ile dostluğu ilerletip beraber takılmayı seçerseniz (ki gayet kolay çünkü kendisi baya sıcak kanlı bi kardeşimiz) sizi gayet güzel ortamlara sokuyor ( mankenlerle ve manken gibi bayanlarla tanışmak, bir futbolcu olmanın nimetlerini dibine kadar sömürmek için Billy'le gezin.)
Teknik direktör boş adam değil, yılların kurt hocası, hep gençlere şans vermeyi seven biri olmuş ama daha önce oynayan çocuklar onu hep mahcup ettiğinden gözünde öyle sınırsız krediniz olduğunu sanmayın. Biraz formunuz düşsün hemen söylenmeye başlamıyor ama o ters ters bakışlar, devre arası laf sokmalar, kendinize çeki düzen vermezseniz neyin geldiğinin mesajını vermeye yetiyor.
Bunlar dışında oyunda benim gördüğüm üç bayan var. Biri çocukluktan beri beraber olduğunuz kız arkaşınız, diğeri ünlü ve seksi bir süpermodel (takım lig tablosunun yukarılarında değilse kaçacak), üçüncü ise klüpteki sağlık görevlisi (üçüncünün kaptanla beraber sakladığı bir sır var.)
Yapımcılar oyun dünyasını daha gerçek, yaşayan bir dünya yapmak için masraftan kaçınmamış. River Park aşığı bir taraftarın video bloğu ve gazetelere ek olarak, BBC'deki haftalık Goal of Mouth programını eski milli oyuncular Lee Dixon ve Andy Townsend'e sundurmuşlar. Ayrıca oyunun ünlü kontenjanında Aaron Lennon ve Theo Walcott'da var. (sürprizlere hep hazır olun, az önce Gary Mcallister geldi.)
Bunun dışında menajer seçimi vs. gibi seçimler hepsi kaliteli oyunculuklar eşliğinde gerçekten zengin bir deneyim sunuyor.
Şimdi oyunun motoruna gelirsek maç ve antrenmanları "Point Of View" denilen, FPS açısından oynuyoruz. Maçların güzelliği bize tam bir golcü gibi hissettirmeyi başarması. Bazen çok güzel paslar alıyoruz ve bize topu kaleye yuvarlamak kalıyor. Bazen de kendi pozisyonumuzu yaratmamız, zor golleri atmamız gerekiyor, ama sonuçta maçlarda elimize geçen genelde 2-3 gollük pozisyon olduğundan, biraz stres sahibi oluyoruz. 93. dk'da 1-0 gerideyken penaltı atmak dizleri titretebiliyor.
Antrenmanlar, Shooting, Tackling, Dribbling, ve Passing yeteneklerini geliştirmeye yönelik. Challange'lar ve Achievement'larla zenginleştirilmiş. Oynarken hiç sıkmıyor.
Nike oyuna sponsor olmuş ve satın alabileceğimiz kramponlar, malzemeler eklemiş.
Sonuçta benim 10 haftalık I AM PLAYR kariyerimden izlenimlerim gayet olumlu. Facebook'taki diğer oyunlardaki arkadaş ekleme ve sürekli onlardan birşey toplama zorunluluğunun olmamasıyla gözümde zaten diğerlerinden bir adım önde olan oyuna bir artı daha ekliyor, ama arkadaşları ekleyip onlarla yarışıp kimin daha değerli ve başarılı bir oyuncu olduğunu görmek de oldukça zevkli.
Son söz olarak bu oyunu tek cümleyle "Yeni nesil New Star Soccer" diye etiketliyorum ve hepinize iyi oyunlar diliyorum.
MERLİN NOT: Bu yazı orijinal olarak 7/24 Oyuncu adlı çiçeği burnunda oyun bloğundan alınmıştır. Yazısı için Ozan Yakut'a teşekkür ederiz.