1/10

Ejderdoğan - Bölüm 30

Emin Çıtak 13.08.2012 - 14:14
SOVNGARDE -FİNAL-
Gecikme için hepinizden özür dilerim. Aodray'ın hikayesine  -daha doğru kendi hikayenize- ortak olduğunuz için çok teşekkür ederim.
                                                                                                                               - Emin Çıtak

Kapılar açıldı. Taş döşeli, daha çok koridora benzeyen koca bir açıklığa çıkmışlardı. Açıklığın sonundaki balkon, Whiterun'ın kuzeyindeki sıra dağlara bakıyordu. Yıldızların ışığı bu soğuk ve uğursuz geceyi biraz olsun aydınlatsa da, yeterli değildi. Skyrim'i içine düştüğü karanlıktan kurtaramazlardı, buna güçleri yetmezdi.

Sert bir rüzgar açıklığa doldu ve kubbe şeklindeki tavanda bulunan avize titredi. Mumların alevi, tavandaki başka bir şeyi daha gözler önüne sermişti. Daha çok devasa bir yaya benzeyen alet, demir zincirler yardımıyla tavana tutturulmuştu. Zincirler, yayın iki yanından aşağıya doğru iniyordu. Halata bağlı kollar ise mekanizmayı harekete geçiriyor olmalıydılar.

Aodray'ın o anda gördüğü şey bir ejderha kapanıydı. Odahviing'i sorgulamasına imkan verecek olan aletti. Şimdi, tek yapması gereken onu çağırmaktı.

"Sanırım hazırsınız Jarl'ım." dedi Aodray, Balgruuf'a dönerek.
"Tıpkı sana söz verdiğim gibi ben ve adamlarım hazırız Ejderdoğan." dedi Balgruuf, muhafız birliğini göstererek. "Zincirler yağlandı, kapanın bakımı yapıldı. Senin işaretini bekliyoruz."

Ejderdoğan - Bölüm 30
Rahatsızlık verici bir histi. Kapanın kontrol edildiği iki kolun çevresinde bir düzine kadar okçu konuşlanmıştı. Zemindeyse yine aynı miktarda muhafız vardı. Irileth ve Farengar onlara liderlik ediyorlardı. İşler ters giderse -ki çok yüksek ihtimalle öyle olacaktı- bu insanlar bir daha ailelerini, arkadaşlarını göremeyeceklerdi. Sadece kendisi olduğunda herşey kolay olurdu, fakat şu anda yaklaşık yirmi askerin sorumluluğu omuzlarına yüklenmişti. Asla sırtlamak istemediği bir yüktü onunki, asla kabul etmediği bir sorumluluk. Fakat yapmak zorundaydı, eğer başarısız olursa ölecek olan kişiler, buradaki yirmi askerin çok daha fazlası olacaktı.

"O zaman şu işi yapalım." dedi Aodray balkonun kenarına gelerek.
"Adamlarım ne yapmaları gerektiğini biliyorlar. Sen onu tuzağa çektiğinden emin ol yeter." dedi Balgruuf. "Şehrimin kaderini senin ellerine bırakıyorum Ejderdoğan."
"Biliyorum." diye karşılık verdi Aodray. Gözü önce kuzey surlarına, sonra da surun ilerisindeki çiftliklere takılmıştı. Gece esintisiyle tembel bir şekilde dönen yel değirmenlerinin, ejderha aleviyle parçalandığını hayal etti. Olası bir başarısızlıkta, Whiterun'ın karşılaşacağı yıkımı düşündü.
Başarı bir seçenek değil, bir zorululuktu.

"OD-AH-VIING!"
2/10
Meşaleler çığırışın gücüyle titreşti. Muhafızlar, Aodray'ın sesi nedeniyle ürpermiş görünüyorlardı. Herkes silahlarını çekti ve savaş pozisyonunu aldı. Okçular, Irileth'in emriyle yaylarını ortaya çıkarttılar ve Dragonsreach için gergin bir bekleyiş başladı. Hiçkimse hatta Ejderdoğan'ın kendisi bile neyle karşı karşıya olacağından habersizdi.

Zifiri karanlığın ortasında bir kükreme tüm Whiterun'da duyuldu.
"Okçular hazır olsun!" diye böğürdü Aodray. "Diğerleri geriye çekil-"

Kırmızı bir şekil hızla önlerinden geçince Aodray'ın sözü de yarım kalmıştı. Ejderha daha onlar ne olduğunu bile anlamadan, açıklığın köşesinde duran bir askeri kapmış ve yükselmeye başlamıştı. Yeterince yükseldiğindeyse yüzünü dönmüş, melun bakışlarını onlara yöneltmişti.

Uzun koca kafatasının üzerinde dört adet boynuz vardı. Kanatları o kadar genişti ki tamamını aynı anda görebilmek mümkün değildi. Kuyruğunun ucu bir okun ucuna benziyordu. Kırmızı renkli pulları oldukça sert olmalıydı. Devasa pençelerinin biriyse sımsıkı kapalıydı. Az önce kaptığı muhafız acı içinde kıvranıyor, yardım istiyordu.

Odahviing pençesini sıktı ve kırılan kemiklerin mide bulandıcı sesi duyuldu. Askerlerin korkuyla bir adım adım gerilediğini fark etti. Cansız beden aşağıya düşerken, Aodray öne çıktı.

"Okçular!"

Ejderdoğan - Bölüm 30
Ejderha hızla kenara çekildi ve ona doğru gelen oklardan sıyrıldı. Şimdi sıra ondaydı. Alevlerini Aodray'ın da bulunduğu alt kısma yollamıştı. Aodray hızla kalkanını çekti ve kızgın alevlere dayanmaya çalıştı. Yanında bağışan insanların seslerini duyduğundaysa, Odahviing'i buraya çağırmanın çok kötü bir fikir olduğu anlamıştı.

Neyse ki Jarl dediği gibi iyi hazırlanmıştı. Anında ortaya çıkan su dolu kovalar, giysileri ateşe verilmiş muhafızların üzerine döküldü. Diğer muhafızlar yaralı arkadaşlarını geriye çekip savaştan uzaklaştırdılar. Yine de ne yapacaklarını bilmiyor gbiydiler. Ejderha uçtuğu sürece ne onunla savaşabilirler ne de onu yakalayabilirlerdi.

Aodray, Odahviing yeterince yaklaşmadan Ejder-Çeken'i kullanmak istemiyordu. Çünkü konacağı yerin burası olması şarttı. Eğer uzaktayken yakalanırsa, aşağıdaki çiftliklere düşmesi muhtemeldi. Ve eğer Ejder-Çeken'i öğrenirse büyük ihtimalle kaçıp giderdi.
3/10
Odahviing, sonunda beklediği şeye hazırlanıyordu. Gövdesi dikleştirdi ve Dragonsreach'in balkonuna doğru uçmaya başladı. Son sürat geliyordu, içeriyi darmadağın etmeyi planlıyor gibiydi.

"JOOR-ZAH-FRUL!"

Ejderha, üzerine gelen çığırıştan kaçmaya çalıştı. Bu, onun için herşeyi daha kötü hale getirmişti. Kontrolsüz bir şekilde açıklığın tavanına çarptı. Tavanın bir kısmı da onunda beraber yere düşmüştü. Bir toz bulutu ortam kapladı. Askerler iyice geriye çekilmişlerdi. Üstelik göz gözü görmüyordu.

"LOK-VAH-KOOR!"

Ejderdoğan - Bölüm 30
Toz bulutu anında dağılmıştı. Lakin Odahviing de hamlesini çoktan yapmıştı. Ardına kadar açılmış bir çene ona doğru geliyordu. Aodray bir an her şeyin biteceğini düşündü.
O anda büyük bir gümbürtü duyuldu. Ejderha daha ne olduğunu bile anlamadan, serbest kalan kapan aşağıya inmişti. Aodray'ı kapmaya çalıştığından kurtulma fırsatı da olmamıştı. Ardından boyunun alt kısmında iki çelik plaka ortaya çıktı ve onu kıstırdı.

Kurtulmaya çalıştı, dev kanatlarından yardım alarak kapanı açmaya çalıştı. Alevlerini dört bir yana saçtı. Çevresindeki askerleri kapmaya çalıştı. Ama kapan sağlamdı, ağırdı ve güvenliydi. Nihayet bunu anladığında başını eğdi ve kaderine razı geldi.

"Nid! Horvutah med kodaav. Tıpkı bir ayı gibi kapana kısıldım." dedi Odahviing. Ardından Kara göz aklarının içinde parlayan kızıl göz bebeği Aodray çevrildi. "Zok frini grind ko grah drun viiki, Dovahkiin."

Aodray'ın karşılık vermesi umuyor gibiydi. Fakat Aodray konuşmayınca durumun farkına vardı.

"Ah, unutmuşum. Sen, Dovah dilini bilmiyordun." dedi ejderha. "Gördüğün gibi, seninle savaşta yüzleşme hayalim çöküşüm oldu. Kurnaz planın karşısında eğiliyorum Dovahkiin. Zu'u bonaar. Lakin, beni bu şekilde hapsederek başına büyük bir bela alıyorsun. Yine de bu riski alman gerekiyordu öyle değil mi? Onun nereye gittiğini öğrenmen gerekiyordu."

"Aynen, o nerede saklanıyor Odahviing?"
4/10
"Rinik vazah. Hmm, bu uygun bir tabir, o senden saklanıyor." diye cevapldı Odahviing. "Çağrına cevap verip gelmemin bir sebebi de onu mağlup eden adamın gücünü bizzat test etmekti. Belki bilmiyorsun, ama senin yaptıklarından sonra bir çoğumuz Alduin'in liderliğini sorgumaya başladı. Kendi aramızda elbette. Çünkü hiçbirimiz ona açıkça meydan okumaya hazır değil."

Paarthurnax söylediğinde, Alduin'i elinden kaçırmanın da etkisiyle pek aldırmamıştı ama şu an Odahviing aynı sözleri sarf ediyordu. Galiba Dünyanın Boğazı'nda bir çok şeyi değiştirmeyi başarmıştı. Kızıl ejderhanın şüpheleri bu doğrular cinsteydi.

Tüm bunları öğrenmek Aodray'a cesaret vermişti. Çevresinde toplanan insanların şu an onunla gurur duyduğunu hissedebiliyordu. Yine de Odaviing'i buraya kendisini övemesi için çağırmamıştı. Hala bilgiye ihtiyaç verdı.

"Odaviing hala onun nereye gittiğini söylemedin?" diye sordu.
"Unslaad krosis." diye karşılık verdi ejderha. "Özürlerimi sunuyorum. Bir an konuşmaya daldım Dovahkiin. Ama senin onun nereye gittiğini bildiğini sanıyorum."

Aodray istemsiz bir şekilde, "Sovngarde." deyiverdi.
"O, gücünü yeniden kazanmak için Sovgarde'a gitti Dovahkiin." dedi Odahviing. "Senin atalarının ruhlarını hasat edip gücünü toparlamak istiyor."
"Nasıl, olur? Nasıl Sovngarde'a girebilir?"
"Skuldafn'da ona ait bir kapı var. Bu kapı sayesinde istediği zaman Sovngarde'a seyahat edebilir. Mindoraan, pah ok middovahhe lahvraan til. Zu'u lost ofan hin laan... Şimdi... Sorunu cevapladım Dovahkiin, beni serbest bırakacak mısın?"

Ejderdoğan - Bölüm 30
İşte bunu hiç tahmin etmemişti. İlk defa bir ejderha ile olan savaşında, rakibi canlı olarak karşısında duruyordu ve özgürlüğünü talep ediyordu. Onunla konuşmuş, merak ettiği sorunun cevabını da vermişti. Fakat, o bir ejderhaydı. Üstelik Alduin'in sağ koluydu. Eğer onu salarsa bir anda fikrini değiştirip Whiterun'ı yok edebilirdi.

"Serbet bırakmak mı?" diye bağırdı Irileth. "Aodray bu çok kötü bir fikir!"
Askerlerden de onaylayan fısıltılar duyuyordu. Kimse onun yeniden özgür olmasını istemiyor gibiydi. Gerçi bir tarafı onlara hak veriyordu. Daha dakikalar önce, Odahviing hepsine dehşeti yaşatmıştı. Bir şeyler düşünmesi gerekiyordu. Aklına bir fikir geliyordu ama bunun gerçekleşme ihtimali çok düşüktü.

"Bana itaat edeceğine söz verirsen seni bırakırım Odahviing?"
"Sana hizmet etmek mi? Hayır." diye beklediği cevabı verdi ejderha. "Ni tiid. Bu, sadece Alduin'i mağlup edersen düşünebileceğim bir şey."
"O zaman seni bırakamam Odahviing, üzgünüm." diye karşılık verdi Aodray. "Buradaki insanlar senden korkuyorlar ve salınmanla beraber etrafı ateşe vermenden endişeniyorlar."
"Hmm... Krosis." dedi Odahviing çevresindeki askerlere bakarak. "Sanırsam, Skuldafn hakkında bilmen gereken bir şey daha var."
"Dinliyorum."
"Bir Dovah'ın nefesine sahip olabilirsin, ama kanatların olmadan, yalınayak bir şekilde asla oraya gidemezsin. Fakat ben, seni oraya götürebilirim. Elbette hapis halindeyken yapamam, eğer beni bırakırsan..."
"Tamam, eğer beni gerçekten oraya götüreceksen seni bırakırım."
"Beni azad et ve seni Skuldafn'a kadar taşıyayım."
Aodray, mekanizmanın başında bulunan askerlere işaret verdi.
"Bu yapmana izin veremem Aodray." diye yeniden karşı çıktı Irileth. "Askerlerimin ölmesine göz yumamam.
5/10
"Irileth!" diye araya girdi Jarl Balgruuf. En başından beri oradaydı ama şu anda kadar hiç konuşmamıştı. "Dediğini yapın, Tüm bunlar Ejderdoğan'ın planının bir parçası."
Irileth geri adm atmak zorunda kalmıştı. Kapandan sorumlu askerlerine döndü ve ejderhanın serbest bırakılmasını emretti. Kapan ağır ağır geri çekilirken gerilim de had safhaya yükselmişti. Kapan tamamen açıldığında Odahviing doğruldu ve kapan nedeniyle incinen boynunu salladı.

"Faas nu, zini dein ruthi ahst vaal."

Herkes kılıçlarını çekmişti. Odahviing ise çevresinde olup bitene aldırmıyor gibiydi. Sırtını Dragonsreach'e döndü ve açıklığı doğru ilerlerdi. Balkonun sonuna geldiğinde yüzünü karanlık gökyüzüne çevirdi ve beklemeye başladı.

Aodray, Jarl Balgruufa dönerek, "Her şey için, çok teşekkür ederim efendim." dedi.
"Skyrim'e ve Ejderdoğan'a hizmet etmek benim en büyük görevimdir. Şimdi git ve kaderini yaşa."
"Sen..." dedi Irileth yanlarına gelerek. "Ya bugüne kadar gördüğüm en cesur insansın ya da en aptalı. Bir ejderhaya boyun eğdirmek ha? Yolun açık olsun Ejderdoğan, umarım sen haklısındır."
Aodray, Jarl'a ve Irileth'e selam verdi, ardından da Odahviing'in beklediği açıklığa ilerledi.
"Dünyayı sadece bir Dovah'ı görebileceği şekilde görmeye hazır mısın?"

Aodray, ejderhanın pullu sırtına tırmandı. Rahatsızdı, fakat boynuzlara tutunduğundan güvenli hissediyordu.

"Amativ! Mu bo kotin stinselok."

Odahviing dev kanatlarını açtı... saniyeler sonra göklerdeydiler. Bu, tarif edilemez bir histi. Gece esintisi gözlerini kamaştırsa da, her an düşecekmiş gibi olsa da inanılmazdı.

                                                                   ***
Ejderdoğan - Bölüm 30

Falkreath'in dış bölgesi...


Adam orman yolunda sakin bir şekilde yürüyordu. Adımları en az gölgesi kadar sessizdi.Çıt çıkmıyordu. Giydiği kapkara cüppe sayesinde tüm hatları gizli kalıyordu. Eğer biri onu görmek istiyorsa, elinde meşaleyle dibine kadar girmek zorundaydı. Gerçi, gizli olmayı severdi, insanların arasına karışmaktan, onlarla kaynaşmaktan nefret ederdi.

Ardında bıraktığı kasabanın son ışıkları da sönmüştü. Dikkat çekmemesi gerekiyordu. Eğer nereye gittiği anlaşılacak olursa, işin sonu çok kötü bitebilirdi. Kasabadan biraz daha uzaklaştığında, sonunda yol ayrımını görmüştü. Yolun hemen sağında, ağaçların ve çalıların gizlediği ufak bir patika vardı. Neyi aradığını bilmeyen bir gözün bu patikayı fark etmesi kesinlikle imkansızdı. Etrafını dikkatle inceleyip, bir gelen olup olmadığına baktı. Yol temizdi. Çalıları kenara ittirip kendine yol açtıktan sonra patikaya girdi.

Patikada ilerlerken içini garip bir his kaplamıştı. Uzun zamandır hiç yaşamadığı bir duygu tüm hücrelerine hücum etmişti. Bir zamanlar hedefine yaklaşırken duyduğu heyecanı yeniden yaşıyordu. Saniyeden bile kısa süren o an için yaptığı onca hazırlık ve planı gibiydi şu an yaşadıkları. Adımlarını hızlandırdı.

Neden bunu yaptığını kendisi de bilmiyordu. Gittiği yer, tam iki yüz yıldır uzak kalmayı seçtiği bir yerdi. Orası herşeyin başladığı ve bittiği yerdi. Mutluluğu tattığı yerdi ve hüznü iliklerine kadar hissettiği yerdi.

Orası ihanete uğradığı yerdi...

Minik göleti geçtiğinde artık çok yakındı. Daha da hızlandı. Bir kaç saniye sonra gelmişti.
Kapıyı inceledi, fena halde tanıdık olmasına rağmen yine de farklıydı. Ölüm kadar beyaz elini kapının üzerine koydu ve bekledi.
"Yaşamın müziği nedir?"

Yeşil gözleri heyecanla parladı. Hedefine, daha doğrusu hedeflerine ulaşmak üzereydi. Aptal bir bilmecenin onu zorlaması mümkün değildi. Cevabı verirken, kapının kırmızı ışığı, bir anlığına iki uzun dişi aydınlattı.  
"Sessizlik, kardeşim."
Cevabı doğru bildiğini umuyordu, nitekin öyleydi de. Kapı ardına kadar açıldı.

"Evine hoşgeldin, Eleyici Elrin!"

                                                                              ***
6/10
Saatlerdir uçuyorlardı. Aodray'ın eklemleri soğuktan uyuşmuştu. Gecenin sessizliğini sadece Odahviing'in kanat çırpışları bozabiliyordu. Sarp kayalıkların olduğu bir bölgeye yaklaşırlarken Odahviing konuştu:

"İşte orası, Dovahkiin."

Biraz daha yaklaştıklarında döküntü halindeki kale duvarları da görüş alanına girmişti. Aşağıda belli bir hareketlenme seziyordu ama ejderhanın buna aldırdığı yoktu. Kalenin orta yerindeki bir anafora doğru hızla uçuyordu.

"Aşağısı yaya ilerlemek için fazla tehlikeli, atlaman gerekecek!" dedi Odahviing.
"Atlamak mı?" diye korkuyla bağırdı Aodray. Odahviing, galiba onun ölümsüz olduğunu filan sanıyordu. Bu kadar yüksekteyken yapacağı bir atlayış, feci bir ölümle eş değerdi.
"Etrafa bir bak, her yer düşman kaynıyor. Yerdeyken kapıya ulaşman imkansız."
Odahviing'in ne demek istedğini anlamıştı. Yüzlerce zombivari yaratık geçidin etrafına toplanıyordu. Onları geçemezdi.
"Ben geçidin tam üstünde asılı kalacağım, zamanlamanı iyi ayarla Dovahkiin. Alduin ile yüzleşemeden ölmeni istemem!"
"Sen sadece ne zaman atlayacağımı söyle!" diye karşılık verdi Aodray.
Sovngarde kapısının üstüne geldiklerinde Odahviing durdu.
"Şimdi Dovahkiin!" diye kükredi.

Ejderdoğan - Bölüm 30
Aodray kendini bıraktı ve sonsuz düşüşü başladı.

                                                                      ***

Solitude, İmparatorluk Kışlası

General, masanın ortasına serilmiş haritaya karamsar bir şekilde bakıyordu. Markhart'ın üzerindeki bayrağın rengini daha az önce maviyle değiştirmişti. Cücelerin kadim şehri yeniden Ulfrick'in emrine amadeydi. Riften kendileri için iyi bir teselliydi ama o masada savaşın büyük bir kısmını kaybetmişlerdi. Zamanı geri alabilseydi, Ejderdoğan'ı o bloklara daha erken gönderirdi. Yumruğunu masaya sinirle vurdu.

"Pişmanlık, güçlü bir duygudur General." dedi Greenale odaya girerek. "Ve tekrardan aynı hatayı yapmamıza engel olur. Yani, bir çok kez. Ama sizin durumunuzda.."
"Kapa çeneni cadı!" diye bağırdı Tullius. Greenale pek aldırmışa benzemiyordu. Bu kadına ordu içinde yer vermekten rahatsızdı. Thalmor müttefikleri sağolsun, elçinin kızının, daima onun yanında olması istiyorlardı. Giydiği kırmızı imparatorluk cüppesini biraz bile hak etmiyordu. "Askerlerime rahatsız edilmek istemediğimi söylemiştim."
"Başarısızlığınıza ağlarken sizi görmesinler diye mi?" diye sordu Greenale. Generalin damarına basmaya çalıştığı belliydi.
"Sen ne cürretle..."
"Skyrim'in büyük şehirlerinden birini düşmana verip, hırsızların ve dilencilerin kol gezdiği Riften'i almak büyük işti efendim. Sizi ne kadar takdir etsem azdır."
"Bana bak Elf!" diye kadının üzerine yürüdü General Tullius. "Markhart'ı vermek benim seçimim değildi. Ejderdoğan'ın bir Stormcloak olması da benim seçimim değildi. Anneni konseyden kovmasını da istemedim. Bana kalsa oracıkta Ulfrick'i tutuklar ve idam etmeye götürürdüm!"
"Fakat bir şekilde bunların hepsi oldu General." diye karşılık verdi Greenale. "Haritanın başında ağlamaya devam ettiğiniz sürece de olmaya devam edecek."
"Boyunu, rütbeni aşan ithamlarda bulunuyorsun asker!" diye uyardı Tullius. Sinirden mosmor kesilmişti.
"Anlamıyor musunuz?" dedi Greenale biraz daha yaklaşarak. Şimdi dipdibelerdi. "Her şey onunla bağlantılı, Ejderdoğan'la. Ivarstead'i o çözdü, Karalık Kardeşlik'in adamlarını o başımıza sardı ve Markhart'ı kaybetmenize o sebep oldu."
7/10
"Ona dokunamayız Greenale." diye karşı çıktı Tullius. "Ejderdoğan'ı öldürürsek halkı tamamen karşımıza alırız. Üstelik sürekli şehirden şehire dolaşıyor. Unut bunu!"
"Peki sana Ejderdoğan'ın bir süreliğine ortadan koybolduğunu söylesem."
General kaşlarını çatarak, "Kaybolmak mı?" diye sordu.
"Bir kaç saat önce, bir ejderhanın sırtına binerek ülkenin kuzey doğusuna gitti. Ve uzunca bir süre geri dönmeyeceğine eminim. Bu aradığımız fırsat!"
"Lafı dolandırma asker!"
"Whiterun'a saldırmalıyız, oranın tarafsızlığı bizim alehimize işliyor." dedi Greenale heyecanla.
"Birde Ulfrick için barbar derdim." diye söylendi Tullius. "Sen en beterisin. Whiterun'a saldırmamız kalleşlik. Üstelik daha yeni ateşkes yapıldı. Ejderdoğan'ın görevi sona ermeden savaş başlayamaz!"
"Eğer geri dönerse Stormcloak'lara yeniden katılacaktır." dedi Greenale. "Ejderha tanrısını öldürdükten sonra Skyrim'in tamamının saygısını kazanacak. Bunun olmasını bekleyemezsiniz. Onun aynı zamanda Whiterun'ın koruyucu olduğunu da hatırlatırım."
"İmparatorluk'un yolu arkadan vurmak olmayacak asker, önerini reddediyorum!" diye son noktayı koydu Tullius.

Ejderdoğan - Bölüm 30
Greenale, "Madem öyle..." dedi ve bir anda General'in dudaklarına yapıştı. Tullius aynı hızla onu geri ittirdi. Resmen çılgına dönmüştü.
"Beni ayartmaya mı çalışıyorsun?" diye bağırdı. Bir yandan da sağ eliyle Greenale'nin onu öperken ısırdığı alt dudağını tutuyordu. "Yetti artık, kim olduğun umrumda bile değil!" Kapıya doğru dönerek, "Muhafızlar!" diye seslendi. Onun emriyle iki asker hızla içeri daldılar.
"Onu zindanlara götürün. Ve Büyük Elçi'ye, kızının ordudan atıldığını, eğer geri alınmazsa idam edileceğini belirten bir haber yollayın."
"Efendim, emin misiniz?"
"Dediğimi yap asker!"
Greenale hiç direnmedi. Kaderine razı bir biçimde askerlerin önüne düştü ve odadan çıkıp gitti. Tullius elini dudağıdan çekti. Kan vardı.
"S*rtük!"

                                                                 ***
Sonsuz düşüşü bitmişti. Yüzükoyun yerde yatıyordu. Ağzına çimen tadı geliyordu. Fakat, bu farklı bir çimen tadıydı. Koku bile bir değişikti. Yattığı yerden ayağa kalktı ve çevreyi inceledi.

Gerçi inceleyecek pek bir şey de yoktu. Heryeri koyu bir karanlık ve sis tabakası kaplamıştı. Gökteki yıldızların ışığı bile zayıf geliyordu. Sovngarde'ı hiç böyle hayal etmemişti.
Diyara çöken sis tabakasının ağırlığı altında eziliyordu. Nefes almakta bile güçlük çekiyordu. Eğer düzgün soluk alabilseydi, belki sisi dağıtacak çığırışı yapabilirdi. Fakat, şu anda taşlık yolun kenarlarında yanan meşalerin ışığından başka hiçbir şansı yoktu.

Her adımda ayakları ağırlaşıyordu. Sanki yürümüyordu da sürünüyordu. Sisin etkisi öylesine kuvvetliydi ki yolun çevresindeki bitki örtüsünün çoğu çürümüştü. Onlarla aynı kaderi paymaşmak istemiyorsa adımlarını sıklaştırmalıydı.

Gitmesi gereken yeri tahmin edebiliyordu. Biraz uzakta gökyüzü ilginç bir hale bürünmüştü. Bulutlar spiraller çizerek yükseliyorlardı. Spiralin odak noktasında oluşan ışık kaynağı, dev bir kalenin üstüne düşüyordu.
8/10
Kaleye yaklaşınca kemikten yapılma bir köprü görüş alanına girmişti. Bu, sıradan bir köprü değildi, tamamen ejderha kemiklerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştu. Ayrıca uçurumdan aşağıya düşmeden kaleye ulaşmanın tek yoluydu.

Köprünün başında biri bekliyordu. Aodray bir Nord'du, dolayısıyla hayli uzun boyluydu. Ama köprüyü bekleyen savaşçı en azından iki-iki buçuk metre civarında olmalıydı. Koca savaş baltasını çıplak sırtına asmıştı. Ellerinin boyu bile neredeyse Aodray'ın kafası kadardı.

"Dur bakalım yolcu!" dedi elini kaldırarak. "Yaşayanların bu diyarda ne işi olabilir? Neden Sovngarde'a geldin?"
"Alduin için geldim."
"Önemli bir gayeymiş!" dedi dev Nord saygılı bir ses tonuyla. "Buraya gelip, bir ruh tuzağı kurduğundan beri birçoğumuz oldukça endişelendi. Ama Shor (arkadaki kaleyi göstererek) öfkemizi engelledi."
"İçeri giriş için iznini istiyorum."
"Kirlenmiş bir insan değilsin, normalde bu girişin için yeterlidir." dedi dev onu süzerek. "Ama yaşıyorsun ve ölülerin topraklarında geziyorsun. Doğumun doğruluğu adına, kim giriş yapmak istiyor?"
"Ben Ejderdoğan'ım." diye cevapladı Aodray.
"Ah! Ejderha kanı taşıyan bir savaşçı görmeyeli o kadar uzun zaman oluyor ki. Ejderdoğan'ın her zaman giriş izni vardır." dedi dev savaşçı ve kenara çekildi.

Ejderha köprüsünün bekçisine teşekkür etti ve köprüye çıktı. Canavarın iskeletinin kaburgaları arasını aşarak uçsuz bucaksız uçumu geçti. Kalenin kapısına geldiğinde sona yaklaştığını iyice hissetmeye başlamıştı.

Ejderdoğan - Bölüm 30
İçerisi kalabalıktı, gürültülüydü. İnsanların bazıları yemek masalarında oturuyor ve sohbet ediyordu. Kimisi ozanlara eşlik ediyordu. Bazıları sadece çevrede geziniyordu. Gri mermerden örülü duvarların ardında, Nord atalarının arasındaydı. Bir tanesi salonun orta yerindeki ateşte et pişiriyordu. Sağ taraftan gidip kaybolan başka biriyse tıpkı Gri Sakallar gibi giyinmişti. Kimsenin Aodray ile ilgilendiği yoktu. Alduin'in dehşetinden uzakta, korunaklı kalelerindeydiler.

Tepeden tırnağa çelik zırhlara bürünmüş sarışın bir Nord masasından kalktı Aodray'a doğru yürüdü. Merdivenlerin başına geldiğinde mutlulukla Aodray'a baktı.

"Hoşgeldin Ejderdoğan!" dedi onu selamlayarak. O anda herkes meşgul olduğu işi bıraktı ve ikiliye döndü. Sarışın Nord gülümseyerek kendini tanıttı. Sakallarının ardındaki ağızdan çıkan isim büyük bir savaşçıya aitti. "Ben Ysgramor."
"Saygı duydum efendim." dedi Aodray eğilerek.

Ysgramor öne atıldı ve Aodray'ın omuzuna elini koyarak, "Eğilmenin sırası değil Ejderdoğan, Alduin ruh tuzağını kurduğundan beridir buraya tıkılıp kaldık. Shor'un emriyle silahlarımızı indirdik."
"Eğer dışarı çıkarsanız sizi yok edecek değil mi?" diye sordu Aodray.
"Evet, ama..." diyerek arkadaki masanın ardında duran üç Nord'u gösterdi. "Fakat üç kişi öfkelerini düşmana kusmak için senin emirlerini bekliyor. Beni takip et."

Yanlarına geldikleri üç kişi tanıyordu. Kadim Parşömen'i kullandığı sırada onları görmüştü ki zaten Ejder-Çeken'i onlardan öğrenmişti. Neden ruhlarını tehlikeye atmaya gönüllü olduklarını biliyordu. Alduin'i onlar bulundukları çağa göndermişti. Yaptıklarının bedelini Ejderdoğan'a hizmet ederek ödemek istiyorlardı.

Kalabalık toplaştı. Şimdi herkes salonun ortasında konuşan Ysgramor'u ve dört savaşçıyı izliyordu.
9/10
"Korkusuz Gormlaith, yüreği savaş için atar."
"Ölümünü izledim kardeşim, inan onun sonunu getireceğiz." dedi Aodray Gormleith'e dönerek.

Kadın gülümsedi ve kılıcını çekti.

"Yiğit Hakon." dedi Ysgramor ortadaki savaşçıya dönerek. Hakon Aodray'a saygılya baktı ve baltasını ortaya çıkarttı.
"Bilge Felldir." diye son savaşçıyı da tanıttı.
"Başınıza bu derdi açtığım içn üzgünüm Ejderdoğan." dedi Felldir samimi bir şekilde.
"Yaptığın şeyi neden yaptığını anlayabiliyorum Felldir." diye karşılık verdi Aodray.
"Şimdi gidin ve başladığınız işi bitirin!" diye sözlerini tamamladı Ysgramor. Aodray,
Dragonbane'i kınından çekti ve dördü beraber kalenin kapısına koştular.

Skyrim'in hatta tüm Tamriel'in kaderini belirlecek savaşa koşuyordu dört savaşçı. Ağır zırhlarının sesleri, attıkları savaş naralarının gücü Sovngarde'ın dağlarında yankılanıyordu. Ejderha köprüsünü geçtiler ve üç tepenin çevrelediği açık alana geldiler. Aodray'ın ruh tuzağı olduğunu anladığı sis, hala vadinin üzerindeydi.

Gormlait kılıcını havaya kaldırıp haykırdı.

"Sonsuz bekleyişimiz sonunda bize savaşın yolunu gösterdi! Alduin'in kıyameti, onun ölümü ya da bizim ölümümüz!
"Önce sisten kurtulmalıyız!" dedi Felldir. "Çığırışları birleştirin!

"LOK-VAH-KOOR!"

Dört savaşçı aynı anda bıraktı çığırışı. Sis dağıldı ve vadi yeniden eski görüntüsüne kavuştu. Fakat, uzun sürmeyecekti. Korkunç bir gürleme duyuldu ve sis geri geldi. Alduin'in tuzağı yeniden Sovngard'ın üzerine çöktü.

"Bir kez daha!"
Sis ikinci kez dağıldı ama Alduin'in sesi de ikinci kez duyuldu.
"VEN-MUL-RIIK!"
"Güçten düşecek gibi görünmüyor!" dedi Hakon. "Gormleith?"
"İnancınızı koruyun kardeşlerim." diye karşılık verdi Gormleith. "Gücü zayıflıyor, son bir kez daha..."

Üçüncü de olmuştu. Alduin'in büyülü sisi tamamen dağılmıştı. Şimdi Sovngarde'ın ruhları hapsoldukları kaleden dışarıya çıkabilirlerdi.Ama onlar çıkmadan önce hala görülmesi gereken bir hesap vardı. Karanlık şekil tam üstlerinde belirdiğinde hepsi birden gözlerini yukarıya dikmişti.

Ejderdoğan - Bölüm 30
"Seni bekliyordum Dovahkiin!" dedi Alduin ona bakarak.
"Bu sefer kaçmana izin vermeyeceğim Alduin!" diye bağırdı Aodray.

Gökyüzü şekil değiştirdi ve tıpkı Dünyanın Boğazı'nda olduğu gibi kor halinde kayalar üzerlerine yağmaya başladı. Kayalardan kaçmak zor olmasa da, Alduin'in büyüsü hedeflerine odaklanmalarını engelliyordu. Alduin ise nefesini rastgele bir biçimde üzerlerine kusuyordu.
Bir buz dalgası hızla Aodray'ın üzerine geldiğinde Felldir araya girdi ve yaptığı kalkan büyüsüyle onu korudu. Teşekkür etmeye zaman yoktu. Bir an önce Alduin'i yere indirmeleri gerekiyordu.
Aodray Ejder-Çeken çığırışını ejderhaya yolladı. Mavi ışınlar Alduin'e çarpar çarpmaz onu aşağıya çekmeye başlamışlardı. Alduin, doğal olarak büyüye direnemedi ve gümbürtle yere düştü.
Doğruldu ve hamlesini Aodray'a doğru yaptı. Zaten diğerleriyle ilgilendiği pek söylenemezdi. En başndan beri tek hedefi Ejderdoğan'dı.

"WULD-NAH-KEST!"

Alduin'in çenesi boş havanın üzerine kapanmıştı. Hedefi metrelerce uzakta yeniden belirmişti. Bu sefer nefesiyle ona ulaşmayı denedi.

"Bu savaşta biz de varız Dünya-Yiyen!" diye haykıran Hakon, savaş baltasını Alduin'in boynuna sapladı. Ejderhanın pulları, savaşçının baltasından daha sert olmasına rağmen ejderha acıyı hissetmişti. Kanadını savurdu ve Hakon'a vurdu. Darbeyle beraber Hakon epeyce uzağa uçmuştu.
Onun kıvranan bedenini gören Aodray, kılıcını hiddetle savurdu. Kılıç Alduin'in boynuzuna gelmişti. Olayın asıl ilginç kısmıysa boynuzun koparak yere düşmesi olmuştu.
 
"Sen neyi ele geçirdin ölümlü?" diye acıyla böğürdü Alduin.

Kılıcını daha önce hiç demene şansı olmamıştı. Delphine'in onun için getirdiği kılıç kolaylıkla Alduin'i kesebilmiş, zarar verebilmişti. Kılıcın üzerinde alevler belirmeye başladığında, elindekinin ne kadar özel bir nesne olduğunun fakına vardı. Üstelik aynı alevler Alduin'in bedeninde de ortaya çıkmaya başlamıştı.

"Dragonbane..." dedi Alduin kılıca bakarak. Bu sakin duruşunun ardından öfkeyle alevlerini Aodray'a yolladı.

Kaçacak zaman yoktu. Sanki Olduğu yere yapışmıştı. Ejderhanın nefesi hiç beklemediği bir anda ortaya çıkmıştı. Kendini kenara atmaya çalışsa da başarılı olamadı ve ateş topu ona olanca şiddetiyle çarptı.
10/10
Olayı gören Gormleith, ejderhanın kuyruğuna bastı ve inanılmaz bir çeviklikle onun dikenli sırtına tırmandı. Bir yandan tutunmaya çalışıyor bir yandan da ejderhanın pullarını kesmeye çalışıyordu.

"Ayağa kalk Ejderdoğan!"

Yere düştüğünde darbenin etkisiyle miğferi de kafasından fırlamıştı. Göğsünde ezici bir ağırlık, mühtiş bir acı vardı. Kalkmaya çalışırken bir kaç kaburgasının kırılmış olabileceğini düşündü. Bir kaç metre ötede duran kılıcına sekerek ilerledi. Burada bırakamazdı. Eğildi ve kılıcını aldı.
Elleri kılıcı kavradığı sırada etraf bir anda kararmıştı. Bir anlığına gözlerini ejderhadan ayırmıştı ve şimdi cezasını çekmek üzereydi. Alduin önce boynunu dikleştirdi, kafasını yana yatırdı. Avının kaçamayacağından emindi.

Herşey o anda olup bitti.

Aodray ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. Fakat, bu bir savruluş değildi. Bir güç -korkunç bir güç tarafından yukarı kaldırılıyordu. Keskin dişlerin acısını etinde yaşıyordu. Hiç bir şey göremiyor, duyamıyordu. Ejderhanın ağzında bir sağa bir sola savrulurken kemikleri teker teker kırılıyordu. Sadece acı vardı, ıstırap vardı.

Hakon bulunduğu yerden olanları dehşetle izliyordu. Ejderdoğan yaratığın çeneleri arasında Gormleith gibi can veriyordu. Hakon'un gözlerine yaşlar dolarken, Alduin çığlık atarak avını yere düşürdü. Şimdi o çırpınıyor ve kontolsüzce debeleniyordu. Vücudundaki alev çeberleri iyice belirginleşmişti. Biraz yaklaştığında nedeni anlayacaktı.

Kesinlikle mide bulandırıcıydı. Ejderdoğan'ın kılıcı ejderhanın başına saplı kalmıştı. Mide bulandırıcı kısmıysa kolun hala kılıcı tutuyor olmasıydı. Cansız uzuv ejderhayla beraber hareket ediyordu. Alduin, Ejderdoğan'ın yapmaya çalıştığı şeyi anlamış ve onun kolunu kopartmıştı. Lakin yine de başarısız olmuştu.

Alevler Alduin'in bedenine işlenmişti. Dünya-Yiyen son saniyelerini yaşıyordu. Çemberler parladı, parladı ve... Alduin son bir kez gökyüzüne bakarken korkunç bir patlama oldu. O kadar şiddetliydi ki Hakon elini, yüzüne siper etmek zorunda kalmıştı.

Ejderdoğan - Bölüm 30
Patlamanın ardında karanlıkta gitmişti. Sovngarde eski haline geri dönüyordu. Çimenler yeniden canlandı, çiçekler yeniden açmaya başladı. Gökyüzü aydındandı ve mavisini geri kazandı.
Sonunda Alduin mağlup edilmişti.

Ve zaferin baş kahramanı hemen ileride muhtemelen cansız bir biçimde yatıyordu. Gormleith ve Felldir onun üzerine eğilmişlerdi.

Hayattayken olduğu gibi ölüyken de görmek istemeyeceği bir manarayla karşı karşıyaydı. Sağ kolunun olması gereken yer boştu. Bir kas parçası ve kemik dışarı fırlamıştı. Gögüs zırhının üzerinde ejderhanın dişlerinin açıtığı izler vardı ve her birinden oluk oluk kan akıyordu. Sol ayağı çarpık duruyordu, muhmelen kırılmıştı.

Asıl kötüsü ise onun hala nefes alıyor olmasıydı. Hüzünlü gözlerini üçünün üzerine dikmişti. Kahverengi göz bebekleri titriyordu. Acı çektiği belliydi ama hala güçlü kalmaya çalışıyordu.
Gormleith, Aodray'ın sağlam olan sol elini sıkıca kavramıştı. Onun da gözlerinden aşağıya damlalar süzülüyordu. Üçünün üzerindeki pişmanlık ve keder öylesine büyüktü ki... Onların verdiği kararla Alduin bu çağa gelmişti, ve onların yaptıklarının bedelini yerde can çekişen adam ödüyordu. Ejderdoğan, hem Sovngarde'ı hem de Skyrim'i kurtarmıştı. Kimsenin ihtimal vermediği bir işi başarmıştı.

"Tsun!" diye bağırdı Gormleith. "Buraya gel, o hala hayatta!"

Köprünün bekçisi zaten olay bölgesine gelmek üzereydi. Gururla Ejderdoğan'a bakıyordu. Sonra dev cüssesine rağmen o da eğildi ve ölmek üzere olan savaşçıya yaklaştı.

"Onurunla savaştın ve galip çıktın Ejderdoğan."
"O ölmek üzere Tsun! Bir şeyler yap!" diye bağırdı Gormleith.
"Ölümü memnuniyetle karşıyacaktır Gormleith." dedi Tsun, kadına dönerek. "Biz de onu öldüğünde memnuniyetle karşılayacağız. Yine de karar ona ait."
"Hayatta kalma şansı var mı?"
"Buradayken hayır." diye cevapladı Tsun. Sonra Aodra'a hitap ederek sordu.
"Peki sen ne istiyorsun Ejderdoğan?"
Aodray'ın sağ gözüden bir yaş süzüldü ve yüzündeki kanı dağıttı. Dudakları titriyordu. Gormleith'in elini daha bir sıkı kavradı ve zorlukla konuştu.
"Bir... Nord'un son...isteği... evinde olmaktır."

                                                                        -SON-
Yorumlar 20
MK Okuru
MK Okuru 10.08.2025 09:05
Kalan Karakter: 300 Gönder
İlginizi Çekebilir